Mikroscope ekibi olarak dergimizin bu sayıdaki hoşgörü temasını düşünürken, o büyük boyutlu tuvalleri takip ettik! O tuvallerde gezinenler, bize öyle geldi ki, ölü kadınlardı. Çiçekleri, yaprakları, ruhlarını saklamaktan vazgeçtikleri renkleri gördüğümüzdeyse hemen hepsinin cennette olduğunu bir biçimde biliyorduk! Buna karşın sanatçı Leman Okyay’ın sergisindeki Bir Gün teması zihnimizi bulandırmıştı. Cennet, adına dünyevilik denilen bu netameli  işin son noktası, velhasıl varılması arzulanan yolun son durağı değil miydi?

Biraz daha dikkatli bakınca, hemen hepsinin çok genç, hatta cennete yakışmayacak denli bahar, hatta bahardan da taze çehreler olduğunu görünce ise işte, orada durduk. İnsan yaşamının nihai sonu cennetse, onlar bir gün, yaşayamadıkları bu dünyaya dair bir şeyler söylemek istiyorlardı belki de. Bir gün de olsa dünyaya dönmek ve ‘neden’ diye sormak…

 

Ya da bir gün, başka bir zamanın şu cümlesinin başlangıcı da olabilirdi, bizlere Ingeborg Bachmann’ın Malina’sındaki o sözlerini hatırlatacak biçimde: “Bir gün gelecek, insanların siyah ama altın gibi parlayan gözleri olacak; onlar, güzelliği görecekler, pisliklerden arınmış ve tüm yüklerden kurtulmuş olacaklar, havalara yükselecekler, suların dibine inecekler, sıkıntılarını ve ellerinin nasır bağlamış olduğunu unutacaklar. Bir gün gelecek, insanlar özgür olacaklar, bütün insanlar özgür olacaklar, kendi özgürlük kavramları karşısında da özgür olacaklar. Bu, daha büyük bir özgürlük olacak, ölçüsüz olacak, bütün bir yaşam boyunca sürecek…”

İşte orada şunu düşündük: Şiddete maruz kalmış kadınların kaderleri bir gün değişecekti. Zira bir gün kadınlar öylesine özgür olacaklardı ki ne birileri tarafından horgörülecek ne de başka birileri tarafından hoşgörülerek o derin yaralarını sarmaya ihtiyaç duyacaklardı. Özgürleşeceklerdi… Kendi özgürlük anlamlarını bile aşacak ve en büyük cennetin kendi yaşamlarına sahip çıkmak olduğunu fark edeceklerdi. Kısaca kendi özgürlük kavramlarının karşısında bile özgürleşeceklerdi…

Bu hislerimizden yola çıkarak Maji Sanat Galerisi’nde resimleri sergilenmekte olan Leman Okyay ile buluştuk. Okyay, Kadıköy Moda’da doğmuş ve eczacılık fakültesini bitirinceye kadar da, kısaca farklı kültürlerin cezbedici halesinde din, dil, ve ırk ayrılıklarının bir zul değil bir lezzet olarak yaşandığı o yerde yaşamış. Onu bu resimleri yapmaya iten neden ise ülkemizde ve dünyada sözel ya da cinsel tacize uğrayan, mobbingle karşılaşan, aile içi şiddete maruz kalan kadınlar olmuş. Bu düşünce altında resimlerinde konuyu vurgulamak için kadının kendi gücünü, hiç yenilmeyen doğanın gücü ile birleştirmiş. Kadınların bu kâbustan kurtulabileceğine dair inancına bu gücün yol göstereceğini, o derin mücadeleye eşlik edeceğini düşünmüş.

Okyay, çalışmalarında estetik ve renklerin uyumuna özen göstererek, belki de, görmek istemediğimiz için görmekten kaçındığımız, dolayısıyla görmediğimiz imgeleri tuvallere yansıtarak, yaşananları, bir kalıcı mesaja dönüştürdüğünü  ve onları bu haliyle geleceğe, gelecek nesillere bıraktığını söylüyor. Kadınların özgürlüğünün, bugün ve gelecekte hepimizi özgürleştireceğine dair bir umut olduğu da söylenebilir bunun.

Sergi, 19 Kasım’a kadar Maji Art Sanat Galerisi’nde izlenebilir.