Bu köşe benim köşem.

Ama hep köşemde oturduğum düşünülmesin.

Yapım gereği bu mümkün değil.

Bir sağ bir sol, bir ileri bir geri turlarım sürekli.

Yerimde pek durmam.

Hem neden durayım ki?

Genelde herkes bana bir şeyler der.

Bir kelime, bir tepki ya da bir bakışın ardından gelen, “Aaa, bak bana doğru geliyor” benzeri cümleler.

Aslında onlar gelirler, ben sadece kimin geldiğine bakarım.

Ama bozmam kimseyi.

Ne gerek var ki…

Yaşamın temiz kalışına tanıklık etmeyi severim.

Dolaşırken istediğim yerde dururum, canım istemezse yoluma giderim.

Kendi yoluna gitmeyi severim.

Zamanın öğütücülüğüne karşı böyle direnirim.

Cüssem iridir, korkutucu bile gelebilirim.

Hem soruyorum size, kim korkutucu değildir ki en dibine girdiğinizde?

Aramızda kalsın, size bir haberim var.

Yok yok âşık olmadım.

Hayır, ülkeyi de terk etmiyorum.

Dün sabah farklı bir şekilde uyandım sadece.

Bir mutluluk haresinin tam ortasındaydım.

Bir şey beni değiştirmişti.

Neydi olan, neydi?

Hızla çıktım bulunduğum yerden.

Kafedeki köşeme gittim.

İçten dışa yansıyan coşkuyla güneşi selamladım.

Ne zamandır nerelerdeydin, özledim seni dedim.

Gelenlere tebessüm ederken buldum kendimi.

Normal zamandan farklıydı olanlar, bu bir kimyaydı adeta, hücrelerimde hissettim.

İlk kez masaların arasından geçip yere indim, zemine bastım, masa kenarındaki mermerin soğukluğundan bile sıkıldığımı fark ettim.

Sıcaklık dedim, işte bütün mesele bu!

Kafe çalışanlarının bıraktıkları ekmekleri tırtıkladım.

Birkaçıyla bakışarak hoşbeş ettim.

Balerin gibi parmak uçlarında salındım durdum.

Su kaplarından içtikten sonra, uzun uzun Boğaza baktım.

Bahardı gelen buna sevindim.