İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Bölümü mezunu ve çift ana dal yaptığı Sanat ve Kültür Yönetimi bölümünde son sınıf öğrencisi. Okumak ve araştırmak en çok sevdiği iki şey. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hareketi gibi konular ilgi alanlarının başında geliyor ve bunlar üzerine yazıp çiziyor.

Son zamanlarda gündemden düşmeyen kira artışlarıyla birlikte İstanbul’da yaşamak hepimizi bezdirse de ben hâlâ bu şehre âşığım. Nasıl olduğunu sormayın, bu şehri sevmek her geçen gün zorlaşıyor evet ama sevgim o kadar derinden ki bitmiyor.

Öte yandan bu sevginin bitmemesi beni yerimden etmemesi anlamına gelmedi. İstanbul’un merkezi semtlerinin birinden, daha çeperde kalan bir yere taşındım, artan kira fiyatlarını bir kâhin gibi (!) tahmin ederek, büyük emlak felaketinden hemen önce.

Bu taşınma süreci de öyle okula işe yakın olsun diye bir semt seçmemle ol(a)madı ama sanırım o semt “beni seçti”. Anadolu yakasında Marmaray’a yakın bir yer aramak amacıyla çıktığım yolda Süreyya Plajı benim için son durak oldu. Ev ararken çok nadir de olsa dilek kapıları ardına kadar açılıyor sanırım. Çünkü gerçekten çok isteyerek “Keşke burada otursam!” demiştim. Size biraz bunun sebeplerinden bahsetmek isterim.

Diyelim ki benim her zamanki rotamı izleyerek Beşiktaş’tan vapura binip Üsküdar’a geldiniz ve buradan da Marmaray ile yola çıktınız. Sırayla, Ayrılık Çeşmesi ve Söğütlüçeşme’ye uğradıktan sonra Feneryolu, Göztepe, Erenköy, Suadiye ve Bostancı gibi duraklardan geçeceksiniz. Bu durakların bulunduğu semtlerin hepsi de bence çok güzel ve kendine özgü birer kimliğe sahip. Ama biraz daha ilerleyip Süreyya Plajı durağına geldiğinizde bir şey fark ediyorsunuz. Önceki pek çok semtin aksine, bu semtin bütün sosyal hayatı bu durak çevresinde yoğunlaşmış ve sadece buradan geçerken bile o “mahalle” hissini alıyorsunuz. Durakta indiğinizde ilk göreceğiniz şey birbirini yıllardır tanıdığını ilk bakışta anlayacağınız bir kalabalık oluyor. Bu kalabalığın bir kısmı, yine buralı insanların açtıkları kafelerde otururken diğer bir kısmı seyyar manav, takı ve kitap satıcılarının etrafında konuşlanmış. Diğerleri ise çocuklarını ve evcil hayvanlarını durağın yanındaki parka getirmiş insanlar… Tabii kaykaycı gençleri de unutmamak gerek, hepsi gerçekten zehir gibi. İşte ben böyle bir tabloda yer almak istedim o İstanbul hengâmesinde. Ama burayı bu kadar çabuk benimsememi sağlayan sadece bunlar değildi.

 

Üstte bir parktan bahsettim ya, işte bu parkın adı Barış Manço Çocuk Parkı. Burası çok küçük bir park ama bütün mahalleli burada buluşuyor, çocuklarını ve evcil hayvanlarını yine burada gezdiriyor. Ayrıca kaykaycı gençlerin de buluşma noktası burası. Yani bütün mahallelinin bir araya gelip sosyalleştiği bir alan. Anlattıklarım İstanbul’da yaşayan pek çok insana yabancı gelebilir çünkü böyle mekânlar çok az ve günden güne rant uğruna yok oluyor. İşte Barış Manço Çocuk Parkı da böyle bir tehlikeyi yeni atlattı. Ne mi oldu? Aslında az çok tahmin edersiniz çünkü çok tanıdık bir hikâye ama ben yine de anlatayım.

Mahalleliler bir süredir belediye çalışanlarından parkın bir şahsa kiralanıp kafe yapılacağının söylentisini duyuyorlardı. Bunun üstüne bir de parkın bulunduğu alanın tam önünün belediye ekipleri tarafından tuvalet yapmak amacıyla kazıldığını gördüklerinde emin oldular ve hemen örgütlenip protesto ve imza kampanyası yapmaya başladılar. Bu protestolar dokuz gün sürdü. Her gün 19.30’da toplanıp hem isteklerini dile getirdiler hem de alan boyunca yürüdüler.

Bazen direnişin kendisi kadar direnişin şekli de önemlidir. Protestoları boyunca bu parkı kullanan mahallenin tüm gençleri, yaşlıları, çocukları ve hayvanları bir aradaydı. Çocuklar ve gençler burası için çizimler ve pankartlar hazırlamıştı. Hepsinin söylediği aynı şeydi: “Çocukluğumuzu betona gömdürmeyiz!”

Maltepe’ye taşınalı çok olmadı, bazı yerlerini araştırmaya ve keşfetmeye başlasam da bu parkı araştırmak pek aklıma gelmemişti doğrusu. Bu protestolar sürecinde öğrendim Barış Manço Çocuk Parkı’nın buranın en eski parklarından biri, neredeyse üç neslin dinlenme ve buluşma alanı olduğunu. Bazıları bu küçücük yer uğruna günlerce protesto düzenlemeye değer mi bunu düşünebilir ama mahalleliler işin bununla bitmeyeceğinin ve devamının geleceğinin farkındaydı. Maltepe sınırları içindeki bazı diğer yeşil alanların kiraya verildiğini de duymuşlardı. Bu yüzden bu kadar kısa sürede böylesine güçlü bir tepki verdiler. Aslında Barış Manço Çocuk Parkı’nda yaptıklarını hem bardağı taşıran son damla hem de daha fazlasının olmaması için bir tepki niteliğinde düşünebiliriz.

Mahalleliler şunu yaptı bunu yaptı diye anlatıyorum ama vaktim elverdiğince ben de katıldım bu eylemlere. Çoğumuz hayatın koşturmacası içinde yan komşumuzu bile tanımıyoruz. Hâl böyleyken, aynı mekânları paylaştığım insanları tanıyıp böyle güzel bir amaç etrafında onlarla bir şeyler yapmak beni gerçekten oraya “ait” hissettirdi. Mekânları yaşanabilir kılan şeyin orada oturan insanlar olduğunu düşünüyorum. Mekânların, açık veya kapalı; nasıl güzel, rahat veya büyük oldukları önemli değil. Bu mekânları paylaştıklarınızın nasıl insanlar oldukları önemli. Çünkü ancak içinde yaşayanlar, iyiye veya kötüye doğru, nasıl isterse ve amaçlarsa öyle dönüştürür bu mekânları. İşte tam bu yüzden Barış Manço Çocuk Parkı ona sahip çıkan insanlara ev sahipliği yapmaya ve onlarla gelişip dönüşmeye devam edecek.

 

Maltepeliler Barış Manço Çocuk Parkı için eylemde: “Çocukluğumuzu betona gömdürmeyiz”

Maltepe Belediyesi geri adım attı: Barış Manço Çocuk Parkı mahallelinin istediği gibi park olarak kalacak