Annemin iki etekliği vardır. Beli lastikli. Biri sarı çiçeklidir, diğeri mor. Annem birini yıkar, o kuruyana kadar ötekini giyer. Sırayla değişir eteklerindeki çiçekler.
Bizim evde konuşma yoktur. Babam ve annem çok isteksizdir bu konuda. Sadece abimle ben fısıldaşırız.
Abim, turistlere sırt masajı yaparak kazandığı parayla bizim sandalı onardı, boyadı ve Chong Khneas Nehri’ne saldı. İçine sıra sıra kırmızı plastik iskemle dizdik. Turistleri alınca hızla nehirde ilerleriz. Yüzen evlerin olduğu Tonle Sap Gölü’ne varınca abim yavaşlar, çünkü turistler buradaki evlerin bir bir resmini çekmek ister. Sandaldan tepe aşağı sarkarak evlerimizi çekmeye hiç doyamazlar, bu konuda çok heveslidirler.
Abimden sonra sıra bana geldi. Kırmızı plastik iskemlelerde oturan turistlerin arkasına dolanıp masaj yapıyorum. Önce omuzlarına hafif hafif elimin sert yanıyla vurup beklerim. Gülerek dönüp bana bakarsa, oh ne ala demek ki hoşlandı, diye düşünür devam ederim. Turistlerin eli açıktır, bana bol bol bahşiş verirler. Bazısı da elimi itip “No, no” der. O zaman hiç ısrar etmem, hemen yanındakine geçer iyi bir sırt masajı çekerim. Bavul ve çanta taşımaktan kasılmış kaslar gevşer ve onların cebinden çıkan dolarlar benim cebime dolar.
Bu mevsim bolca bahşiş topladım. Abim de sevindi, “Büyüdün artık, seni okula başlatalım” dedi. Okulumuz tam bizim evin karşısında. Yüzerek bile gidebilirim.
Tonle Sap Gölü bizim vatanımız. Çoğumuz burada doğmuşuz. Asya’nın en büyük tatlı su gölüymüş. Biz bu gölde yüzen evlerde yaşarız. Çocukken oynamak için her fırsatta suya atlardık.
Geçenlerde turistin biri bir dergi unutmuş bizim sandalda. İçindeki resimlere baktık. “Gördün mü?” dedi abim “Nasıl sıkışık yerlerde oturuyorlar, kutu kutu üst üste. Oysa biz ne güzel yaşıyoruz. Bütün göl bizim. Bütün gökyüzü ve yıldızlar hepsi bizim.” Ona “Sıkıcı” dedim.
Abim turist dolu koca sandalı bizim eve doğru yönlendirince günün en heyecanlı olayı başlar. Annemle babam onları görmek istemez. Babam hamağına uzanır görünmez olur, annem ise kapı yerine kullandığımız perdenin arkasına gizlenip onlar gidene kadar orada oyalanır. Abim ve ben tekneden atlar onları evimize buyur ederiz. İkram ettiğimiz soğuk meyve suyuna bayılırlar. Bizim evimizin ortasında kocaman bir havuz vardır. İçinde timsah yetiştiririz. Derileri çok para eder. Havuz gölün içindedir ama timsahlar kaçamasın diye dört yanı kalın tellerle çevrilidir. Timsahlarımız istedikleri gibi hareket edemediklerinden ve avlanamadıklarından çok mutsuzdurlar. Üst üste yığılıp ağzı açık bekleşirler. Turistler geldiğinde onları eğlendirmek için birkaç balık atarız önlerine. O zaman hareketlenir, birbirlerinin üstünden atlayarak balıkları kapışırlar. Turistler bu anı hiç kaçırmaz, onlar da aynı timsahlarımız gibi, telefonlarını birbirinin üstünden aşırarak resim çekmeye doyamazlar.
“Ay bir daha, lütfen bir balık daha atın havuza, ben çekemedim, anı kaçırdım, haydi lütfen.”
Gösteri böyle sürüp gider. Vakit gelince onları yine sandala doldurur, aldığımız yere bırakır, hızla nehri geçip gölümüze, evimize döneriz.
Onlar gidince annem ve babam yeniden ortaya çıkar. İkisi de konuşmaz. Ne kendi aralarında ne de bizimle. Babam timsahlarıyla konuşur. “Haydi çiftleşsenize!” der onlara. Yeni doğan yavruları özenle ayırıp daha küçük bir havuza aktarır. Bebek timsahlar pek güzel olur. Babam onlara “Çabuk büyüyün, sizi kesip derinizi yüzeceğim, para kazanacağım” der. Sık sık yemler onları. Bütün gün timsah havuzunun başında oturup onları gözler.
Annem pirinç çorbası yapar. İçine atmak için gölden birkaç balık avlar. Biz turistleri bırakıp dönerken sebze ve meyve alırız nehir bakkalından. Annem çorbaya havuç, patates ve yeşillik katar. Tadı çok güzeldir bu çorbanın. Acıktıkça yeriz, annem bol bol yapar.
Yemekten sonra göle atlar yıkanırız. Su bulanıktır ama tertemizdir. Hamağa yatınca bir uyku bastırır. Islak bir rüzgâr sallar hamağı, gözlerimiz kapanır o an. Bu bizim hayatımızdır.
Annem de göle girip yıkanır. Saçları, dişleri pırıl pırıldır. Uçak sesi duyunca dayanamaz. Elindeki işi bırakıp, işaret parmağını gökyüzüne dikip onu takip eder, gözden yitene kadar. Peşinden bir süre daha bakar da bakar. Bu arada yemek yansa aldırmaz. Abim “Sen de uçmak ister misin?” diye bir gün sordu ona. Hiç cevap vermedi, sadece yaşlar boşandı gözlerinden. Sırtını dönüp gitti. Yere çömelip çamaşırları çitilemeye devam etti kaldığı yerden.
Bir sabah uyandığımızda ocak yanmıyordu, çay yoktu, pirinç lapası ve çorba yoktu. Babam bile konuştu, “Nereye gitmiş?” diye sordu. Sandal evin önünde olduğundan bir yere gitmediğini anladık, evin her köşesine baktık, bulamadık. Abim sandala binip gölün çevresini dolaştı. Komşulara sorduk. Kimse görmemiş. Ertesi gün timsah havuzunun tellerine takılı kalmış mor çiçekli bir bez parçası buldum. Onu hemen cebime sakladım. Ne abime ne babama ne de kendime belli etmedim. Unutmak istedim.
Abime “Annem uçağa binip uzaklara gitmiştir” dedim. “Saçmalama!” dedi.
Yarın turistleri almaya gideceğiz. Ben onlara sırt masajı yapıp para kazanacağım. Bahar gelince yüzerek okula gideceğim.