On yıldan fazla olmuş. İnternetten tanışma kavramının henüz yeni icat edildiği yıllar değildi. Kitabın tam orta yerindeydik. Yıl 2011 olmalı. Para yerine zaman kullanmayı hedefleyen web sitesi üzerinden bana kitap okuyacak bir insan aradığımı belirten ilan çıkmıştım. Hâlâ öğrenciydim ve hâlâ İngilizce öğrenebileceğime dair inancım vardı. İlana gelen yanıtlardan biri vesilesiyle tanıştım kendisiyle.
İstiklal Caddesi’nin en güzel zamanlarında Mephisto’da buluştuk. Alt kattan kitaplar alırken dilersem İngilizce okuma yapabileceğini, İngilizce öğretmeni olduğu için bunun daha faydalı olabileceğini belirtmişti. Bunun üzerine İngilizce kitap rafları arasından Orwell’in Animal Farm’ını ve Kafka’nın Metamorphosis’ini ekledim alacaklarım arasına.
Mephisto’nun kafe bölümüne geçiyoruz. Sıcak çikolatayı yoğun tükettiğim zamanlarındaydım. Onun ne sipariş verdiğini hatırlamıyorum bu yazıyı yazarken. Okumaya başladı. Her cümlede o okudukça ben bildiğim kadarıyla tercüme ederek anlayıp anlamadığımı test ediyordum. Okuma için tabii ki daha az sayfalı olan Metamorphosis seçilmişti.
Bir sayfa sonra bir sayfa daha… Ancak üç yaprak kadar mesafe kat edebildik. Bir dahaki görüşmede devam etmek üzere ayrıldık.
Sonraları ara ara konuşmaya, birlikte etkinliklere katılmaya zaman bulabildiysek de bazen kitap yanımızda değildi, bazen de gündem başka konuşmalar gerektiriyordu. Hepimiz hayatı inşa etme sırasının temelini kazıyorduk.
İstanbul ağır gelince memlekete gitme kararı almıştı. Telefon konuşmalarımızda Almanca öğrendiğini ve Almanya’ya gideceğini söylemişti. İstanbul’a gelişlerinden birinde sürekli yemek yediğim kebapçının terasına oturmuştuk. Bana birlikte çalıştığı İngilizce öğretmeninin tavsiye ettiği kitabı getirmişti. Güzel zamanlardı. Gezi zamanlarıydı. Bir araya gelen her iki kişi gibi sohbetimizin çoğunu politika esir almıştı.
Hâlâ İngilizce öğrenebileceğimi düşündüğüm zamanlardaydım. Almanya’ya gideceğini, ancak birlikte çalıştığı İngilizce öğretmeninden bire bir ders alabileceğimi söyledi. Sonra biz bire bir derslere başlamadan o Almanya’ya gitti. Arada Skype üzerinden konuşuyor, hal hatır sormayı eksik etmiyorduk. Bu arada önerisi üzerine bire bir derslere başlamıştım ve küçük küçük mesafeler alıyordum. Temel kazıldı, su basıldı, beton döküldü ve kat çıkma çabasındayken yoğunluklar ve yorgunluklar değişti. Birkaç defa aradıysam da ulaşamadım. Yoğundur diye düşündüm. Telefonunu değiştirmiştir, yazmayı atlamıştır diye ekledim sonra.
Son aramam derse giderken oldu. Dersi yaptık. Dersin sonunda hocaya onunla ilgili bir haberinin olup olmadığını sordum ve hatırı sayılır bir süre ulaşamadığımı ekledim.
“Senin haberin yok!” dedi.
Kısacık bekleme süresinde aklımdan en kötü seçenek geçti. Sonra ekledi.
“Kaybettik. Tren kazasında oldu. Platformda beklerken tren raydan çıkmış. Platformda bekleyenlere çarpmış…”
Konuşacak bir şey, söylenecek söz kalmamıştı. Üzerinden hayli zaman da geçtiği için yara dağlamamak için aile de aranamamıştı. Öylece ben, öğrendiklerim ve yarım kalan dönüşüm. Sonra ne Dönüşüm’ü ne de Metamorphosis’i bitiremedim.
Kaybettiğim ilk arkadaşımdı. Bundan tahmini 10 yıl önce bir şubat soğuğunda fark ettim. Geçen adı soyadıyla takıldı aklıma. Kimdi diye düşündüm. Ünlü biri miydi? Bir müşteri miydi? Bir personel miydi? Telefonda adı soyadı ile kayıtlı ama aranıp da sorulmazdı. Sonra dank etti. Unutulmak kaçınılmaz son. En yakınlarımız da arkadaşlarımız da kimsemiz olmayanlar da unutacaklar. Dönüşüm böyle devam edecek.
1 Bu yazı boyunca ailesinden onay almadığım için kişinin ismini yazmamaya çalışacağım.
2 Hayvan Çiftliği. Ancak kitaplar İngilizce olması sebebiyle yazıda İngilizce adları kullanılacak.
3 Dönüşüm. Tema ile alakalı olduğundan yer yer metamorphosis, yer yer metamorfoz yer yer dönüşüm olarak metinde rastlanabilir.