Çok bekledim… Benim için uzun sayılır bu bekleyiş…
Nergis kokulu, dalgalı saçlı, topuklu ayakkabıların orman yeşili gözlerine tutunabilmek için çok bekledim. Bir ay önce de bu bekleyiş son buldu…
Güneş, aydınlığını vitrindeki mankenlere hediye ettiği bir anda yine mağazanın kapısında gördüm Berrak Hanım’ı. Tüm zarafetiyle reyonlar arasında dolaşırken zamansızlığından olacak hep hızlı hızlı yürürdü. Mağaza çalışanlarının bir an önce benim yanıma getirmeleri için dua ederdim. Nihayet bir gün penye bluzların bulunduğu reyonda ikinci rafta en üstte dururken uzandı, dokundu, eline aldı ve aynanın karşısına geçip beni omuz hizasında üzerine tuttu. Birkaç parça kıyafetle birlikte ödemeyi yapıp ayrıldı. Elindeki karton poşetin içindeydim. Artık Berrak Hanım’ın penyesiydim.
Arabasına bindi. Karton poşetleri, ön koltuğa koyacak diye beklerken çekirdek kabukları, erimiş çikolata parçalarının bulaştığı kâğıt peçetelerin olduğu paspasın üzerine tepiştirerek bırakıverdi. Ezildiğim için kollarım ve yaka kısmım biraz kırışmıştı. Ne olursa olsun Berrak Hanım’ın penyesi olmaktan başka niyetim yoktu.
Tercih edilmiş olmanın gururuyla gardırop rafından etrafa kibirli bakışlar serpiştirirken yatak odasının kapısı açıldı. Berrak Hanım beni üzerine geçiriverdi. Nergis kokusu günün aydınlığı olarak artık bana da sinmişti. Salondaki misafirlerine kahve hazırlarken fincanlardan birkaç minik damla üzerime sıçramış olsa da Berrak Hanımcığım bu damlaları görmüş olmasına rağmen görmezden gelse de yatak odasına gidip beni çıkartıp yatağın üzerine bırakırken yere düşmüş olsam da hiçbiri önemli değildi. Ta ki şiddetli bir yağmurun başlayıp mutfak penceresinden sızmasıyla Berrak Hanım’ın telaşlanıp banyodan o koca koca kurulama bezlerinden birini almak yerine yatak odasından beni seçip de yer bezi olarak kullanmasına kadar.
Nergis kokusu yere bulaşmıştı.