Ayvalık’ta doğdum. Fizik Öğretmeniyim. İstanbul’da yaşıyorum. Öykü, deneme, şiir ve tiyatro metinleri yazıyorum. Edebiyat Haber, Tek Perde Tiyatro, Galapera Fanzin, e-koç, Kitap Koala, CNNTÜRK, Parşömen Fanzin, Karadiken Dergisi dahil olmak üzere çeşitli basılı mecmua ve çevrimiçi mecralarda öykü, tiyatro eleştirisi, deneme türlerinde yazılarım yayınlandı. 2012 yılında İnönü Üniversitesi Öğretmenin Hikâyesi Yarışması’nda, “Büyük Usta” adlı öyküm üçüncülük ödülüne değer görüldü. Hikâyem, üniversite tarafından yayımlanan Öğretmenin Hikâyesi adlı kitap seçkisinde yer aldı. 2014 yılında Berlin’de faaliyet gösteren Regenbogen Buchhandlung/Gökkuşağı Kitabevi’nin düzenlediği öykü yarışmasında “Aşk Düşlere Sığar mı?” adlı öyküm, kitap seçkisinde yayımlanmaya değer bulundu. 2018 yılında “İnci” adlı öyküm İnönü Üniversitesi Öğretmenin Öyküsü Öykü Yarışması kitap seçkisinde yayımlanmaya değer bulundu. 2020 yılında “Üç Moira” adlı öyküm Karşıyaka Belediyesi Homeros Edebiyat Ödülleri Tarık Dursun K. Hikâye Yarışması’nda ikincilik ödülüne değer görüldü ve yayımlandı. 2021 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları “Şehir Yazarlarını Arıyor” Projesi dahilindeki atölye çalışmalarına katılarak “Yetmiş Dokuz’un Sonuydu” adlı tiyatro oyunumu yazdım. Mart-Eylül 2023 döneminde Galataperform tarafından düzenlenen “Oyun Yazarlığında Ustalık Sınıfı” Atölyesi’ne katılarak bir oyun metni yazdım. Ocak- Temmuz 2024 döneminde Beliz Güçbilmez “Başlangıç Atölyesi: Tersine Mühendislik”, “Devam Atölyesi: Hikâyeler Nereden Geliyor?” ve “Bütünden Parçaya: Hikâyenin Belleği”, “Parçadan Bütüne: Hikâyenin Zihni” atölyelerini tamamladım. 2024 Ekim’inde Avrupa Birliği tarafından fonlanan, @mednighteu “Mednight Tales” Hikâye Yarışması “Genaral Public” (Toplum Geneli) kategorisinde “Çerden Çöpten Bir Ada Hikâyesi” adlı hikayem, kazananlar listesine girdi.

 

Niyeti bozmuş. Dövme yaptıracakmış. “Hangisi?” diye telefonunu elime tutuşturuyor.

“Müteahhitle anlaşmış bizimkiler.” diyorum görüntüleri kaydırırken.

 Kelebekle lotus arasında kalmış. Atom çekirdeği de olabilirmiş ama “Şimdi değil,” diyor. “Belki bir dahakine.” Bir başladın mı arkası geliyormuş. Hem acısına da alışılıyormuş. Ben de yaptırsaymışım ya… Hiç olmazsa bir kerecik. Şu hayat ağacı, tam bana göreymiş.

“Bir an evvel başımı sokacak bir yer…” 

“İsabet olmuş.” diyor. “Yağmurda çamurda yokuştan şikâyet etmiyor muydun? İyi tarafından bak. Şöyle şehir merkezine yakın, aydınlık bir daire… Fena mı? Tebdil-i mekânda ferahlık vardır hem.”

“Hadi hayırlısı.” 

Yalnız hayırlısını istemek yetmezmiş. Hemen ardından “Kolaylıkla.” denmeliymiş. “Ama sen de haklısın.” diyor. “Bir çırpıda değişmek kolay değil.” O da eskiden benim gibiymiş. Hep zamansızlıktan yakınırmış. İş güç bahaneymiş, “Kendim için kılımı kıpırdatmazdım.” diyor. “Varsa yoksa el âlem. Şimdi? Adam sende.” diyerek savuruyor elini. 

Bileğiyle dirseği arasında açık kahverengi doğum lekesi, tırtılın pupa evresini andırıyor. Gözüm lekede, “Kelebek.” diyorum. Çay fincanının kulbu elinden kurtuluyor. Ben mutfaktan faraşı alıp dönünceye kadar el çabukluğu marifet, toplayıvermiş kırıkları.

Bir ay sonra yeni evimde, “Nasıl, beğendin mi?” diye kelebeği gösteriyor. Leke kaybolmuş.

 “Harika gerçekten.” diyorum.

“Ha unutmadan!” Cebinden bir paket çıkarıyor. “Ben gitmeden açma sakın!”

Onu uğurlar uğurlamaz ilk iş paketi açıyorum. Fincanım! Yeniden avuçlarımda… İşaret

parmağım, altın yaldızın zarifçe gizlediği çatlakların izini sürerek geldiği yoldan dönüyor. Bir daha… Bu kez gözlerim kapalı. Nihayet, daha becerikli parmağım.

Günler sonra, koltuğun altını paspaslarken gözüme ilişen kâğıtçığı buruşturup çöpe atacakken…  Dur bakayım! Aaa! “Şans verirsen hayat, pupa yelken… Kırdığı yerden onarıyor.” Seni çılgın seni!