İstanbul’da Yeni Medya alanında eğitimini tamamlamasının ardından Fransızcaya yönelip kendini reklamcılık alanında geliştirmeye açık hale gelmiştir. Okul döneminde yaptığı medya ve yayıncılık stajlarıyla birlikte globale uyum sağlamak adına çeşitli yerlerde stajını tamamlamıştır. Şimdilerde ise bir Alman kuruluşu olan Kreativstorm bünyesinde pazarlama uzmanı olarak görev yapmaktadır

 

Ege her sabah olduğu gibi eski defterlerini karıştırıyordu. Sabahın ilk ışıkları, her zamanki gibi odasına solgun bir ışıkla sızarken, kahvesini eline alıp artık tekdüze yayınların yapıldığı televizyonun karşısına geçti. Kenarları zamanla yıpranmış ve yer yer açılmak üzere olan yeşil deri defterinin sayfalarını dikkatle çevirdi. Bir zamanlar bu defterler, adalet ve özgürlük için yazılmış şiirler, cesur hikâyelerle doluydu; her bir satır, bir mücadele, bir direnç, bir umut taşıyordu. Ancak zamanla bu sayfaların arasına kaybolmuş kelimeler girmişti. Yıpranmış sayfalarda, mürekkep lekeleri arasında kaybolan anlamlar ve silinmiş düşünceler vardı. Geçmişin izleri, defterin derinliklerinde yalnızca birer hayalet gibi kalmıştı.

Dışarıdan gelen uğuldayan sesler, Ege’nin düşüncelerini bölüp onu defterin içinden çıkardı. Sokaktan geçen devriye araçlarının gürültüsü, bir zamanlar yabancı, alışılmadık bir sesken, artık şehrin her köşesinde yankı bulan bir ezgiye dönüşmüştü. Şehir, her geçen gün daha çok susturuluyordu.

Ege pencerenin önüne geçti. Karşı binanın duvarında hâlâ silinmeye çalışılmış eski bir yazı kalmıştı: “Gerçek, fısıltılar arasında kaybolmaz.” O yazıyı kim yazmıştı, bilmiyordu. Belki de o gece, sokağa çıkma yasağını delen bir cesur yürekti. Belki bir idealist, belki de yalnızca bir isyancı. Ama bildiği tek şey vardı: Şehir bu duvar yazılarını unutmaya zorlanıyordu. Hafıza zamanla solan bir resim gibi, her geçen gün biraz daha siliniyor, yok oluyordu. Yine de en derinlerde, eskiye dair hatırladığı en keskin şeylerden biri, bir zamanlar güneşin sıcaklığının özgürlük şiirini okumasıydı; bir umut ışığıydı o.

Gözlerini kısıp sokağa bakarken, köşedeki barın önünde bekleyen insanları fark etti. Eskiden, bu sokakta yükselen kahkahalar, çocukların koşuşturmaları vardı. Şimdi ise yalnızca sessiz, boynu bükük bir kuyruk vardı. Herkes alacağını alıp bir an önce kayboluyordu. Ege, kafasını çevirdiğinde, sokağın sonundaki silueti fark etti. Deren…

Ela başını hafifçe eğerek selam verdi. Bu, dışarıda konuşulmayanların, gözlerden kaçanların selamıydı. Ege, çantasını omzuna attı, kapıyı açtı ve usulca merdivenlerden indi.

“Geç kaldın,” dedi Ela, hafif bir gülümsemeyle.

Ege omuz silkti. “Zamanın artık bir anlamı yok gibi,” diye yanıtladı.

Ela cevap vermedi. Beraber ara sokaklara doğru yürümeye başladılar. Şehir sessizdi ama bu sessizlik yanıltıcıydı. Çatılar, duvar dipleri, kaldırımlar bile dikkat kesilmişti. Her bir köşe, her bir taş, sanki birer kulak olmuş, ne olursa olsun duymak istiyordu.

Bir süre sonra, şehrin terk edilmiş sanayi bölgesine vardılar. Paslı bir kapının önünde durdular. Ela, cebinden çıkardığı anahtarı çevirerek kapıyı açtı ve içeri girdiler. İçerisi, sanki zamanın geriye doğru akması için bekleyen bir mekân gibiydi. Birkaç kişi, eski gazeteleri ellerinde karıştırıyor, sararmış defterlere notlar düşüyordu. Bir anlığına Ege’nin içi umutla doldu. Belki de burada bir şeyler değişebilirdi.

“Ne öğrendin?” diye sordu Ela, sesini alçaltarak.

Ege çantasından buruşturulmuş birkaç kâğıt çıkardı. “Yeni yasalar yürürlüğe girmiş. Artık sadece mahkemelerin değil, devlet görevlilerinin de ‘halkı koruma’ bahanesiyle insanları tutuklama yetkisi var. Üstelik…” Duraksadı.

“Üstelik ne?” diye sordu Ela, gözleri ciddileşerek.

“Sansür daha da ağırlaşıyor. Artık sadece yazılar değil, geçmiş bile siliniyor.”

Ela başını iki yana salladı. “Tarihi unutturmak, insanları susturmaktan daha güçlü bir silah.”

Bir süre kimse konuşmadı. Birkaç metre ötede, pencereye yakın bir köşeye oturan yaşlı bir adam, derin düşüncelere dalmış, dışarıyı sessizce izliyordu. Derken, gözleri uzaklara dalmış bir şekilde derin bir nefes aldı ve mırıldandı:

“Ama fısıltılar kaybolmaz. Yeterince çoğaldıklarında, bir çığlığa dönüşürler.”

Ege derin bir nefes aldı. İçinde bir şeyler kırılıyordu ama aynı zamanda sanki bir umut ışığı parlamaya başlamıştı. Deren’in sözleri, Ela’nın gözlerindeki kararlılık, o eski yazı duvarda yazılı kalan o kelimeler… Hepsi bir araya gelerek kaybolmuş gibi görünen geçmişin aslında kaybolmadığını hatırlatıyordu. Fısıldanan kelimeler, giydirilmiş sessizliklerin içinde bir şekilde var olmaya devam ediyordu.

Ela, Ege’ye döndü. “Bu savaş bitmedi, Ege. Kayıplarımız olabilir ama direnmek hâlâ bizim elimizde.”

Ege’nin gözleri, Ela’nın söylediklerini sindirerek parladı. Kafasında dönüp duran her düşünce, her korku bir anda anlam kazandı. Hayatta kalmak, yalnızca hayatta olmak değil; bir şeyler uğrunda, gerçek bir anlam için mücadele etmekti. Bunu bir kez daha hissetti.

“Seninle her şey daha kolay,” dedi Ege, gülümseyerek.

Ela hafifçe başını salladı. “Bu yolun sonunda bir şeyler değişecek, biliyorum. Umutsuzca beklemektense, her adımda bir umut yaratmalıyız.”

Ve o an Ege bir şey fark etti. Umut her zaman büyük bir değişim için beklemek değil, her küçük adımda büyüyen bir tohum gibiydi. İyi ya da kötü, her anın içinde bir umut vardı, bir şeyler değişebilecekti.

Sanayi bölgesinin içinde ilerlerken, birkaç kişi onları izliyordu. Eski, yorgun suratlarla gülümsediler. Ellerindeki notlar, defterler, kırık dökük gazeteler bir araya gelerek bir bütün oluşturuyordu. Kimse tam olarak ne olacağını bilmiyordu, ama tek bildikleri, her birinin ellerinde taşınan bir umut barutunun, bir gün patlayacağıydı.

Ege derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. “Bunu yazmalıyız,” dedi. “Bunları kaybetmemeliyiz.”

Ela başını onaylarcasına salladı. “Evet, yazmalıyız. Çünkü kimse bir zamanlar bu sokaklarda ne olup bittiğini unutmasın. Sesler kaybolsa da yazılar asla kaybolmaz.”

Yavaşça, derin bir bilinçle, her adımda bir parça daha umut biriktirerek ilerlediler. Her defterin, her notun arkasında bir anlam vardı. Gerçekleri saklamak için ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, fısıldanan her kelime, bir gün bir çığlığa dönüşecek, geçmişin gölgelerinden bir ışık doğacaktı.

Ve Ege o an fark etti. Umut sadece bir hayal değil; içinde herkesin biraz da olsa varlık bulduğu bir güçtü. Bir gün o yazdıkları duvarlarda, sokaklarda yankı bulacak, her adımda seslenecek ve özgürlük bir zamanlar kaybolmuş olsa da geri dönecekti.

Gözlerini kaldırıp Ela’ya baktı, bu kez daha kararlı bir şekilde. “Birlikte yazacağız,” dedi. “Ve bu sefer, kimse silemeyecek.”

Ve şehrin karanlıklarında, umut bir kez daha doğdu.