İlkkan: Tolstoy’un da dediği gibi “Saygı, sevginin doldurması gereken boşluğu doldurmak için icat edildi.” abicim.
Yılmaz: Ulan yeter be, “Şunun da dediği gibi”, “Bunun da dediği gibi”… Sen bıkmadın mı Ersoy, İlkkan’ın bu hallerinden?
Eroy: Yılmazcım, boşuna İlkkan’a Atıf Efendi demiyorlar.
Yılmaz: Atıf Efendi neresiydi ya, Vefa’da güzelim bir kütüphane değil miydi oğlum o?
Ersoy: Yahu orası öyle de, hani makalelerde başka kaynaklardan yararlanırsın da onlara atıfta bulunursun ya, işte bizim İlkkan da ne söylese “Şunun da dediği gibi”, “Bunun da dediği gibi” diye başlıyor cümleye. Ona buna atıf verince adı Atıf Efendi kaldı.
Yılmaz: Yalnız Ersoy, senin bahsettiğin Atıf’ın başında şapka var. A’yı uzatacaksın kardeşim. Âtıf Efendi olacak o.
Ersoy: Yılmazcım o kadarına da şapka çıkaracaksın artık.
İlkkan: Ersoycum, hatırlatırım, Schopenhauer’in da dediği gibi…
Yılmaz: Ey Allahım! İlkkan! Kim abi bunlar?
İlkkan: Yılmaz! Kalbimi kırıyorsun ama.
Yılmaz: Dur be dur, sözümü kesme. Anan mı baban mı? Niye bu kadar söz ediyorsun adını bile yazamayacağın adamlardan.
Ersoy: Ben mi yazamayacak mışım?
Yılmaz: Yaz ulan şu pos bıyıklının adını? Yaz. Hadi yazsana.
İlkkan: Verin bi’ kâğıt kalem de yazayım. Al işte: Niçe
Yılmaz: Niçe mi? Tüüüühhh, Allah senin belanı vermesin. Ersoy! Bak bakayım internetten. Nasıl yazılıyormuş orijinalinde?
Ersoy: Bakıyorum… Abi, ben de yazmasını bilmiyorum ki.
Yılmaz: Ey Allahım kafayı yiyeceğim. O adamın bi’ kitabı vardı. Onu yaz bari, oradan bulursun. “Böyle buyurdu serpuşt” muydu neydi?
İlkkan: Zerdüşt abicim Zerdüşt, serpuşt değil.
Ersoy: Buldum abi buldum: Nietzsche. Benim bu ismi aklımda tutmam için önce niet etmeliyim. Sonra zs demeliyim, ardından da Guevara’nın adını söylemeliyim: che.
Yılmaz: Oğlum İlkkan, senin önce bu isimleri doğru yazman gerekmiyor mu? Zaten şu üç dört tanesini bilsen gam yemeyeceğim. Nietzsche, Shakespeare, Heidegger…
Bu son ismi, Heidegger’i duyduktan sonra Ersoy, alaycı bir gülümseyişle İlkkan’a bakarak, “Haydi gel benimle ol” diye şarkı söylemeye başladı.
İlkkan: Neyse ne Yılmaz. Benim, adamların adıyla sanıyla işim yok abicim. Beni ben yapan, beni ölene kadar öğrencisi yapacak düşüncelerine ihtiyacım var. Onlardan da bir şeyler söyleyince adlarını zikrediyorum.
Yılmaz daha fazla dayanamayarak: Nietzsche’nin de dediği gibi “Senin ben gelmişini geçmişini…”
Ağzındaki çayı püskürterek güldü Ersoy. Yılmazcım, onu da mı Nietzsche söylemiş?
Yılmaz: Evet, onu da Nietzsche söylemiş. Ben de artık küfürlere atıf vereceğim Ersoy.
Ersoy: O zaman sana Erich Fromm’un meşhur Sövme Sanatı adlı eserini tavsiye ediyorum Yılmazcım.
İlkkan: Sövme Sanatı, değil abicim Sevme…
İlkkan, Ersoy’un pişmiş kelle gibi gülen suratından iyice makaraya alındığını fark etti, sustu. Hızlı hızlı soluduktan sonra, telefonuna gömülerek, Aşkın metafiziği kitabını gizli gizli yazıp, yazar “Schopenhauer”ın nasıl yazıldığına bakıyordu.