“Hafifçe ısırılmış bir elmanın dilimindeyim
Elmanın kokusundayım
Anısındayım- kim bilir kimin-“ E.Cansever
Atamamın yapıldığı kasabaya yaklaştığımı, yol boyunca sıralanan meyve bahçelerinden ve tezgâhlardan anlamıştım. Kasa kasa meyveler sergileniyordu yol kenarlarında: armutlar, üzümler ama en çok da elma. Yeşil, kırmızı, sarı elmalar. Büyük, küçük, yassı… Minibüsten inip ilk adımımı attığımda ise yoğun bir koku çarptı burnuma. Bilemedim. Baharın kokusu muydu bu? Ihlamur, iğde, akasya… Yoğun bir parfüm mü yoksa? Kasabanın üzerine bir hâle gibi yerleşmiş bu koku eşliğinde, okulun yolunu sormak üzere ilerledim.
Bekâr evime yeni taşındığım ilk günlerden biriydi. Yandaki tek katlı, bahçeli, sevimli evde oturan komşum, “hoş geldin” demek için ziyaretime gelmişti. Parlak, metal bir kova vardı elinde. Ağzına kadar kırmızı elma dolu bir kova. Kapının yanına bırakırken içinden bir tanesini aldı. Bir tane de bana uzattı. Hemen mutfağa koşup tabak ve bıçakla döndüm. Anlamlı anlamlı bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Divana yerleşirken, hart diye ısırdı. Suları yüzüme sıçradı, kokusuysa duvarlarda gezinip eve iyice yerleşti. Evet. Bu kokuydu işte. Elma kokusu. Elmanın kokusu olduğunu bilmezdim o zamana kadar. “Isırarak yenirse tadına varabilirsin,” dedi. O ısırdıkça ağzım sulanıyor ve bembeyaz dişleri gözümü alıyordu. Hem konuşuyor hem yiyordu. Cıvıl cıvıl, neşeli, genç bir kadındı. Kasabanın tüm insanları gibi teni pürüzsüz, parlak, kadifemsiydi.
Alışkın değildim mutfak işlerine. Bizim ailemizde pazardan alışveriş yapılır, bir kilo elma alınırdı en fazla. Şimdi her gelen, bir kova dolusu getiriyordu bana. Kovanın başında durup uzun uzun bakardım. Bir tanesi çürümeye başlayınca kurtaramazdınız diğerlerini. Yer yer lekelenir, kahverengiye dönüşüp çürürdü hepsi. Hiç aklıma gelmezdi kompostolar yapmak ya da elmalı turtalar, üzeri pudra şekeriyle kaplanmış, cevizli, tarçınlı kurabiyeler… Reçeli olur muydu? Mesela marmeladı… Ah, gençlik işte! Elmaların kıymetini bilemediğimden birçoğu çöpe giderdi.
Kısa bir süre sonra tayinim çıktı ve ailemin yanına döndüm. Kasabadan ayrılsam da elma kokusu sinmişti üzerime. Uzun saçlarımı şöyle bir salladım mı, yayılırdı etrafa. Cildim gerilmiş ve canlanmıştı. Ailem ve arkadaşlarım, çalışma hayatının bana yaradığını ve öğrencilerle beraber olmanın beni iyice gençleştirmiş olduğunu söylüyorlardı.
Elmaların başka bir yeri vardı artık hayatımda. Pazara gider, tezgâhların başında dururdum. Elime bir tane alıp koklardım. Yok, bu değil, bu da değil. Bazen tanıdık bir kokuya rastlardım, “işte, işte bu,” derdim.
Birkaç yıl sonra tekrar o şirin kasabaya ziyarete gittim. Tam girerken uyuklamışım. Bahçeleri göremediğim için çok üzüldüm. Yol boyu kasa kasa meyveleri aradı gözlerim. Bulamayınca mevsimlerin değiştiğini düşündüm. Meydana indiğimde önce derin bir nefes aldım. Uzun uzun kokladım havayı. Minibüslerin egzoz kokusu geldi burnuma. Bir de izmarit kokusu. Hızlı adımlarla yürüyüp ilk önce komşuma uğradım. Beni görünce şaşırdı, inanamadı, sarıldı sıkı sıkı. “Gel, gel,” diyerek içeri soktu. Yüzündeki çizgilerin sayısının arttığı dikkatimi çekti. Cildi kırışmış, kahverengiye dönmüştü. Kötü şeyler yaşamış olmalıydı ama hemen sorarak üzmek istemedim. Elma ikram eder diye bekledim ama o kahve yaptı sadece.
Sokaklara çıkıp dolaştım. Yiyecek arayan bir köpek misali kokluyordum etrafı. Aradığım kokuyu bir türlü bulamıyordum. Kasabanın insanlarının yüzleri harita gibiydi. Koyu kahverengi dağlar, uzun derin nehirler… Parlak, kadife ciltli insanları aradım. Gençlere takıldı gözüm. Çizgileri bariz olmasa da engebeli bir ova gibiydi yüzleri.
İlk karşıma çıkanı yakalayıp durdurdum. Kasketli, yaşlıca bir adamdı bu. Telaşla sordum:
“Elma tezgâhları nerede, nereye taşıdınız onları?”
“Ooo… Elma mı kaldı kızım? Herkes sattı bahçelerini. Şimdi arsa oldu hepsi.”
Ara sokaklara girdim. Gençliğimin kısa bir bölümünü geçirdiğim yollarda dolaştım. Bodur elma ağaçları sanki beni takip ediyor gibi bir his vardı içimde. Dönsem arkamı, elimi uzatsam, dallarına dokunsam. Bir kova elma toplasam. Koklasam, koklasam… Sağıma, soluma baktım ama yoktular. Anladım ki düne gizlenmişlerdi ve dünde kalan her şey gibi özleneceklerdi.