Rengârenk bahçesinde güne başlamıştı. Baharla birlikte hasır şapkası kafasındaki yeri almıştı. Arada bir gölün kenarına yürümekten başka dışarıyla işi yoktu. Göle giderken bolca ekmek götürür, ördeklere şölen yaşatırdı. Son yirmi senede temas ettiği tek canlı olan ördekler de onu sevinçle karşılardı.

Ertesi sabah uyandığında yağmuru gördü. Kahvesini alıp yağmuru izlemeye koyuldu. Gürültüsüzlüğün içinde kulağına çalınan hışırtı sesleriyle birilerinin çimenlerinde gezindiğini düşündü. Ürkek adımlarla ilerlerken, eski şarkılar mırıldanmanın dışında kullanmadığı sesiyle nasıl “Kim var orada?” diyeceğini kestiremiyordu. Evinin köşesini dönüp arka bahçeye vardı. Hiçbir şey göremese de kulakları orada bir şeyler olduğundan emindi. Bahçeyi gözleriyle tararken, çimenlerin arasında kıpırdanan şeyi fark etti. Yaklaştıkça onun metal bir böceğe benzediğini düşündü. İnce antenleri otlara dolanmış, kımıldanarak kurtulmaya çalışıyordu. Gördüğü en garip canlıydı. Isırır mıydı, zehirli miydi, nasıl kurtulacaktı ondan… Kaygılı düşüncelerinin arasında duyduğu melodik sesin senelerdir çalmayan zili olabileceğini düşündü.

Kapıyı açtığında bir delikanlı “Teyzeciğim merhaba, sanırım drone’um bahçenize düştü. Geri alabilir miyim?” dedi.
“Neyini?” dedi, zor duyulan sesiyle.
“Drone,” dedi genç, “az önce elinizde sopayla baktığınız şey.”
O zaman “Metal böcek mi? Geç, al.” diyebildi. Gence parmağıyla böceğin yerini işaret etti. Kafasında uçuşan sorularla “Ne işe yarar bu?” diye soruverdi.
“Bu, uçan bir kamera. Elimdeki kumandayla onu uçurarak etrafı keşfedip sosyal medya için video üretebiliyorum,” dedi.

Amma çok bilmediği şeyden bahsetmişti; son hatırladığı kamera, düğünündeki omuzda taşınanıydı. Genci yolcu ederken iç sesi yankılanıyordu:
“Görüyor musun neler kaçırmışsın, kendine ilkel bir dünya yaratmışsın. Kim bilir, daha bilmediğin neler var dışarıda!”
Bunca seneden sonra, “O fanusun dışında var olabilir miyim?” sorusuyla uykuya daldı.