Doğuş Şimşek

“Başka çaremiz olmadığı için Türkiye’ye geldiğimizi anlamıyorlar”: Irkçılığın mültecilere hissettirdikleri

 

İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşanan en büyük kitle göçü olan Suriye’den gelen mülteci akımının etkisiyle ‘mülteci’, ‘zorunlu göç’, ‘sığınmacı’ kavramları günümüz dünya insanının yabancısı olmadığı, medyada neredeyse her gün karşısına çıkan ama yaşanmadan kavranılmayan kelimeler. Mülteci, sığınmacı olmak dünyanın her yerinde zordur ve yeni ülkedeki yaşam mücadeleler üzerine kurulmuştur. Mültecilerin en zor mücadelelerinden birisi de ırkçılığa karşı verilendir. Göçmen karşıtlığı ve ırkçılık dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de gündelik yaşamda katı bir şekilde kendisini gösteriyor. Avrupa’da mültecilerin sınır dışı edilmesi amacıyla düzenlenen kampanyaların sayısı giderek artarken Türkiye’de de ana akım medyanın da etkisiyle sığınmacılar toplumda tehdit olarak görülüyor.

 

Suriye’den, Afganistan’dan, Irak’tan, Kenya’dan ve birçok farklı ülkeden  Türkiye’ye göç etmek zorunda kalanların kendine özgü, zor hayat hikayeleri var. Ülkelerindeki iç savaş nedeniyle yerinden edilen milyonlarca Suriyeli, toplumun onlara biçtiği kimlikler çerçevesinde yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor.

 

“Üç buçuk sene önce beş küçük çocuğumla birlikte Suriye’den Türkiye’ye gelmek için üç gün boyunca yürüyerek sınırı geçtim. Kocamın yaşayıp yaşamadığını bilmiyorum… İki yıldır haber yok… İstanbul’a kız kardeşimin yanına geldim. Bir odalı bu daireye aylık 600 TL kira veriyoruz. Bir odada sekiz kişi yaşıyoruz. Ben küçük çocuklarıma bakıyorum. 14 ve 15 yaşlarındaki iki oğlum çalışıyor. Fakat şu anda işsizler çünkü en son çalıştıkları araba tamircisinde işçilerin saldırısına uğradılar, kablolarla dövüldüler… Bacaklarındaki morluklara bakın… Çalıştıkları yerden maaşlarını alamadan ayrılmak zorunda kaldılar… Çocuklarımın okula gitmesi gerekirken çalışıyorlar.” (Suriyeli kadın, İstanbul)

 

Çocukları ile birlikte Suriye’den Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan kadın, yeni ülkesindeki yaşamını anlatırken onu en çok üzen durumun, çocuklarının okula gitmek yerine çalışmak zorunda kalmaları ve çalışma ortamında maruz kaldıkları sözlü ve fiziksel şiddet olduğunu söylüyor. Ve şöyle ekliyor: “Başka çaremiz olmadığı için Türkiye’ye geldiğimizi anlamıyorlar, bizi istemiyorlar. Burada hiçbir destek almadan, bu koşullarda yaşamaya çalışmak çok zor.”

 

Gündelik hayatın her alanında, bulundukları her mekanda- sınıflarda, atölyelerde, tamirhanelerde, sokaklarda, mahallelerde- onlarla özdeşleştirilen kimlik kategorileri çerçevesinde kendilerine yer bulmaya çalışıyorlar.

 

2014 yılının bahar aylarından itibaren Türkiye’nin birçok şehrinde özellikle Suriyeli sığınmacılar  ırkçı saldırılar ile karşı karşıya kaldılar. Suriyeli sığınmacılar, konut kiralarının artması, düşük ücrete çalıştıkları için işsizlik oranını artırdıkları, suç oranlarını yükselttikleri ve hatta trafik sıkışıklığına neden oldukları gibi sebeplerle bölge halkının saldırılarına maruz kaldılar ve kalmaya da devam ediyorlar. Ankara’da Suriyeli sığınmacıların yaşadıkları binalar yakılırken, Suriyeli sığınmacılara karşı yürüyüşler de yapıldı. Gaziantep’te ise Suriyeli sığınmacılar ırkçı gruplar tarafından hedef gösterilerek saldırılara maruz kaldılar. Bir Suriyeli sığınmacının Türkiyeli ev sahibi tarafından öldürülmesinin akabinde bölgedeki halkın Suriyeli sığınmacılara sopalar ve bıçaklarla sokaklarda ve parklarda saldırması sonucu 10 Suriyeli yaralandı. İstanbul İkitelli’de bir kadının taciz edildiği iddiasi üzerine mahalleliler, Suriyeliler’e ait araç, daire ve işyerlerine zarar verdiler. Suriyeli sığınmacılara yönelik saldırılar Şanlıurfa, Kilis, Kahramanmaraş, İzmir, Kayseri, Adana ve Antalya’ya da yayıldı[1]. Hatta, Antalya Valisi Muammer Türker, turizmi olumsuz yönde etkiledikleri gerekçesiyle şehirde yaşayan 1500 Suriyeli sığınmacının şehri terk etmeleri için tebligat yaptırdı.

 

Jandarma ile Suriyeliler’e “15 gün içinde burayı terk edin” tebligatı gönderten Antalya valisinin Suriyeli sığınmacıları toplumda tehdit unsuru olarak gösteren bu sözlerinin ardından Antalya’nın Manavgat ilçesinde yaklaşık 200 kişi, Suriyeli sığınmacıların evlerine ve araçlarına saldırdı. Vali Türker’in yanı sıra Sözcü gazetesi köşe yazarı Yılmaz Özdil, Bunlar oturacak…Yedireceğiz, içireceğiz, ceplerine para koyacağız, hastanelerde bedava bakacağız, oturma izni vereceğiz, çalışma izni vereceğiz, canları isterse İzmir’de dükkân açacaklar, canları isterse İstanbul’da şirket kuracaklar, çalışmak istemezlerse trafik ışıklarında dilenecekler, para vermeyenin camını yumruklayacaklar… Bunlar, ekmek elden su gölden, yan gelip yatacak, ‘Türk Memet’ bunların vatanını kurtarmak için, bunların yerine nöbete gidecek öyle mi? Yok öyle!” ifadeleri ile yazısında Suriyeli sığınmacıları hedef göstermişti. Geçen yaz CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nın “İktidarımızda Suriyeli misafirlerimizle helalleşip iki yılda memleketlerine uğurlayacağız”açıklamasını takiben Bolu Belediye Başkanı CHP’li Tanju Özcan’ın da “Kentte yaşayan mültecilerin su faturası ve katı atık vergisi ücretlerine 10 kat zam yapacağız” söylemi sonrasında birçok mülteci, ırkçı saldırılara maruz kaldı.

 

Ana akım medyada yer alan birçok haberde de Suriyeli sığınmacılardan suçlu, hırsız, dilenci, problem yaratan göçmenler olarak bahsediliyor. Toplum tarafından istenilmemek, ırkçılığa maruz kalmak, gidecek başka yerlerinin olmaması, devlet politikası ile kaçak çalışmaya mahkûm edilmek, hukuki statülerinin ve güvencelerinin olamaması Suriyeli sığınmacıların yaşadığı başlıca sıkıntılar arasında. Araştırmam kapsamında görüştüğüm çoğu sığınmacı kalıcı statüleri olmadığı için kendilerini güvende hissetmiyor ve bununla birlikte hem duygusal hem de yapısal olarak sığındıkları toplumda yer edinemediklerini, iş bulamadıklarını, kaçak çalışmaya mecbur edildikleri için emek sömürüsüne maruz kaldıklarını ve hayatlarını kurmakta güçlük çektiklerini vurguluyor. Suriyeliler’in yaşamlarını tehdit eden ırkçı saldırılar; işsizlik ve suç artışı gibi sorunlar üzerinden kendine yer buluyor. Geçmişte ve günümüzde azınlıklara yapılan ayrımcılık ve ırkçılık şimdi de Suriyeliler’e yapılıyor. Hükümet, Suriyeli sığınmacıların güvenliğini sağlamayıp, insani haklarını öne koyan bir politika uygulamadığı için maruz kaldıkları linç girişimlerini görmezden geliyor. Ana akım medya, bazı siyasetçiler ve köşe yazarları da bu sorunlar üzerinden Suriyeliler’in varlığını tehdit olarak görüyorlar ve Türkiye’nin birçok şehrinde gerçekleşen Suriyeliler’e yönelik saldırıları teşvik ediyorlar. Avrupa’da yaygın olan, işsizlik ve suç oranlarının artması üzerinden kendisini besleyen yabancı düşmanlığını Suriyeli sığınmacılar üzerinden deneyimleyen Türkiyeliler, Suriyeliler’in emeğini sömüren, içinde bulundukları durumdan yararlanan kişileri, kapitalist sınıfları, devleti suçlayacakları yerde Suriyeliler’i suçluyorlar. İleride telafisi zor olacak durumlardan kaçınmak için ana akım medyanın, bazı köşe yazarlarının ve siyasetçilerin halkı ırkçılığa davet eden söylemlerden kaçınmaları, karşı çıkılması gerekenlerin Suriyeliler değil, Suriyeliler’in emeğini sömüren, içinde bulundukları durumdan yararlanan kişi ve kurumlar olduğunu hatırlatmaları gerekiyor. Sığınma hakkının insan hakkı olduğu unutulma

[1] Doğuş Şimşek, ‘Anti-Syrian racism in Turkey’, 29 Ocak 2015, https://www.opendemocracy.net/arab-awakening/dogus-simsek/antisyrian-racism-in-turkey