İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Bölümü mezunu ve çift ana dal yaptığı Sanat ve Kültür Yönetimi bölümünde son sınıf öğrencisi. Okumak ve araştırmak en çok sevdiği iki şey. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hareketi gibi konular ilgi alanlarının başında geliyor ve bunlar üzerine yazıp çiziyor.

Geçtiğimiz Temmuz ayında Müze Gazhane olarak yeniden kapılarını açan Hasanpaşa Gazhanesi, Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin 25 yıllık emek ve direnişlerinin ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından açıldı. Toplumun hafızasında önemli bir yeri olan bu kültür mirasının dönüştürülerek yeniden açılması her ne kadar önemli bir kazanım olsa da, Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin yıllardır verdiği emeğe yer verilmemesi ve karar süreçlerinde şeffaflık ve kapsayıcılıktan uzak olması gibi pek çok eleştiri de var. Bu 25 yıllık süreçte Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin mücadelesi, Hasanpaşa Gazhanesi’ne odaklanmanın yanında, bundan sonraki pek çok kültür mirasının dönüşüm ve yönetim süreçlerine uygulanabilecek bir sistem vadediyor. Biz de bu mücadelenin geçirdiği süreçleri, Gazhane Gönüllüleri’nden Nesrin Uçar’a sorduk.

 

Tuğba İçer: Hasanpaşa Gazhanesi’nin işlevini yitirdikten sonraki süreç nasıl ilerledi? Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin burasının bir müze olmasına giden yoldaki mücadelesinden bahsedebilir misiniz?

Nesrin Uçar: Havagazı üretiminin tarihine belki de bakmak lazım. Havagazı üretimi 1993 yılında sona erip doğalgaz kullanılmaya başlandığında, bu fabrikanın da işlevi tamamlanmış oluyor ama maalesef buraya bir endüstri mirası gibi bakılmıyor. Orada 110 yıl boyunca çalışan bir fabrika olduğunu düşünün hava gazı üretiyor, o havagazı önce sarayı, sokakları aydınlatıyor. Daha sonra mutfaklara giriyor yemeklerimizi pişiriyoruz, evimizin bir odasında ampul olarak evimize ışık veriyor. Sonrasında ise işi bitiyor, devri kapanıyor ve hemen yıkılmaya, ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Para getirecek malzemeler satılmaya başlanıyor onun dışındaki tuğla binalara da zaten hemen yıkılması gereken bir yapı olarak bakılıyor. Neden bu kadar hoyratça davranılıyor derseniz, Hasanpaşa Gazhanesi 32 dönüm içinde, şehrin ortasında kalmış bir alan. Etrafı konut ve işyeriyle çevrili, E5 karayoluna bağlantısı olan, merkezde kalmış bu kadar büyük bir yer kimileri için çok iştah kabartıyor. Burası için o zamanki hayaller süpermarket ve katlı otopark. O dönemde henüz alışveriş merkezleri (AVM) olmadığı için gelir getirecek işletmeler market ve otoparklar. Hemen yıkıma başlıyorlar ve fabrikanın demir aksamını Makine Kimya Endüstrisi’ne satıyorlar. İETT’ nin yıkım, söküm ve satış işlemleri başladığında Kadıköy Belediyesi’nde başkan yardımcısı olan Mimar Levent Ersun devreye giriyor. Kadıköy Belediyesi’nin o dönem Koruma Kurulundaki temsilcisi Levent Bey bu endüstriyel mirasın yok edilmemesi ve koruma kararı alınması için başvuru yapıyor. Bunun üzerine Koruma Kurulu, Gazhane’nin bulunduğu araziyi 1994 yılında koruma alanı, Sit alanı ilan ediyor. Asıl süreç de bundan sonra başlıyor.

 

Tuğba İçer: Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin devreye girişi de o döneme denk geliyor sanırım.

Nesrin Uçar: Aslında Gazhane Çevre Gönüllüleri biraz daha sonra, 1996 yılında devreye giriyor ama 1995 yılında da mahallede Sevgi Bakkal’ın -orada esnaflık yapan bir kadın bakkal- öncülüğünde imza kampanyası başlatılıyor burası park olsun diye. Fakat bir talihsizlik eseri o imzalar Kadıköy Belediyesi’ndeki ilgili bölüme verilmediği için işlem görmüyor ve sesi duyulmuyor. Daha sonrasında 1996 yılında biz, dünyaya sol pencereden bakan bir grup insan mahalledeki komşularımızın tek tek zillerini çalarak dolaşmaya başladık. Dedik ki; Hasanpaşa Gazhanesi yıkılıyor, İETT katlı otopark yapacağını söylüyor, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?  Herkesin ortak görüşü kültür merkezi ve yeşil alan olması yönündeydi.  Hasanpaşa, Acıbadem, Fikirtepe ve Yeldeğirmeni mahallelerinden bir araya gelerek semtimizdeki Kaptan Hasanpaşa İlköğretim Okulunda toplantılar yaptık. Ağırlığı kadınlardan oluşan bu grup Gazhane Çevre Gönüllüleri adını aldı ve sonrasındaki bütün etkinliklerde bu adı kullandık. Yine mahallede anket çalışması yaptık, Gazhanede ne olmasını istesiniz diye sorduk. Anket sonuçlarında büyük bir çoğunluk Yeşil alan, kültür merkezi, kütüphane, çocuk oyun alanları olsun, dedi.

Kadıköy Belediyesi’nin E5 üzerinde yaya üstgeçidi açılışı sırasında “Üstgeçit tamam Gazhane ne zaman?” pankartıyla ilk eylemimizi yaptık. O zaman Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’ün açılışa geleceğini öğrenmiştik ve bu eylemimizle sesimizi duyuracağımızı düşünmüştük. Öyle de oldu. Selami Öztürk’ten bize destek olmasını istedik. O tarihlerde belediyeler arasında bu kadar uzlaşmaz ayrılıklar olduğunun farkında değildik, yani Kadıköy Belediyesi sınırları içerisinde olan bir endüstriyel yapı hakkında, mülkiyeti İETT’ye ait olsa bile Kadıköy Belediyesi’nin de bir tasarrufu olabileceğini düşünüyorduk ama geçen yıllar içinde öyle olmadığını öğrendik. Hele ki siyaseten de iki ayrı grubun temsiliyeti olduğunda daha da zor bir süreç olduğuna tanık olduk.

 

 

Tuğba İçer: Sesinizi nasıl duyurdunuz, yönetim burayı koruma altına almaya nasıl karar verdi? Gazhane Çevre Gönüllüleri olarak neler yaptınız taleplerinize karşılık alabilmek için?

Nesrin Uçar: O zaman hepimizde bir heyecan var ve buraya dair birtakım şeyler yapmak istiyoruz. Bilen birilerine de danışmak istiyoruz. Mimarlar Odası’na gittik, hem Kadıköy temsilciliği ile hem İstanbul Büyükkent yöneticileri ile görüştük. Mimarlar Odası başından itibaren sürecin içerisinde oldu. Önce konuyla ilgili ortak toplantılar düzenledik, sonrasında Mimarlar Odası öncülüğünde Danışma Kurulu oluşturarak ortak etkinlikler yaptık. Kent Sosyologu hocamız Mübeccel Kıray’ın evine giderek görüşlerini aldık Endüstriyel yapıların yenilenmesinde çalışan serbest mimarlarla görüşmeler yaptık. Kuzguncuk Gazhanesi’nin restorasyonunu yapan Zakarya Mildanoğlu bizim tanıdığımız bir mimardı, onunla temas kurduk, Stefanos Yerasimos’la görüştük, Fransız Kültür Merkezi’ne gittik, Kadıköy Belediyesi’ndeki çeşitli birimler ile görüşmeler yaptık ve biz Gazhanenin kültür merkezi olmasını istiyoruz ama burası çok eski bir yapı, bu nasıl yapılabilir bunun için bize biraz yol gösterin, dedik. Mimar Afife Batur Acıbadem’de oturuyordu, kendisiyle görüştük, anket çalışması yapmak istediğimizi söylediğimizde yardımcı olacağını söyledi. Soruların hazırlanmasında ve değerlendirmesinde destek verdi.  Mahallede yaptığımız anket çalışmasında Gazhanede ne olmasını istersiniz sorusuna gelen cevaplar Kültür Merkezi, Kütüphane, Endüstri, Müzesi, Çocuk oyun alanları ve yeşil alan oldu. Bu sonuçlar taleplerimizde yalnız olmadığımızı gösteriyordu.

 

Sonrasında bir imza kampanyası başlattık “Hasanpaşa Gazhanesi Kültür Merkezi Olsun” başlığı altında. O dönemde yani 1996 yılı için çok olağanüstü bir çalışmaydı diye düşünüyorum. 8 binin üzerinde imza topladık ve onları İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) götürüp teslim ettik ve sekiz binin üzerinde insan bu alanın kültür merkezi olmasını istiyor, yıkılmamasını talep ediyor buna ses verin dedik. O dönemdeki siyasi partilerin belediyelerdeki gruplarına gittik grup başkanları ile görüştük, Hasanpaşa Gazhanesi’ne dair dosya hazırladık ve bu konuda sesimize ses katmalarını istedik. Gözümüz hep Gazhane’nin üzerinde oldu. Özellikle hemen arka sokağında oturan Ayşe Teyzemiz vardı bizim, o bize çok canlı haberler verirdi alandan. Gece yarısı mesela telefon ederdi bir arkadaşımız, şu anda gazhane içerisinde film çekimi yapılıyor, işte kameralar var, ışıklandırma var vs. diye. Biz bunun kayıtlarını alıp koruma kuruluna şikâyet dilekçelerimizi yazardık. koruma altına alınmış bir alan içinde bu film çekiminden sizin haberiniz var mı diye koruma kuruluna hemen sorularımızı sorar, şikâyetlerimizi yapardık.  Ya da alan içinde kömür satışı yapılıyordu, elle yapılmış granit taşlar döşeliydi hemen girişte, onun üzerine çuval çuval kömürler getirilirdi ve orada siyasi partilerle ilişkisi olanlara bağış olarak dağıtılırdı, bunları koruma kuruluna hep biz bildirdik. Bir dönem orası otopark olarak da kullanıldı. Bunu da bildirdik koruma kuruluna. Sonrasında Gazhane’nin girişinde basın açıklamaları yaptık. Tanıdığımız tanımadığımız bütün dergi ve gazetelere haber olabilmek için minik spotlar halinde birer paragraflık haberler ve fotoğraflar gönderdik. Bunların sonucunda da öyle bir hale geldi ki bu taleplere cevap vermek durumunda kaldı İBB. Ama bu arada kronolojide şöyle bir şeyi atlamayalım. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) öğrencileri, Afife Batur’un girişimiyle orada rölöve ve restitüsyon çalışması yaptı ve o bizim elimizde çok önemli bir veri oldu.

 

Tuğba İçer: Burada pek çok etkinlik de gerçekleştirdiniz, biraz onlardan bahsedebilir misiniz?

Nesrin Uçar: 1996 yılından başlayarak her yıl olmasa da alan içinde sekiz tane etkinlik yaptık. 1996’da bir şenlik yapmak için İETT’ye başvurduk. O zamanki İETT genel müdürü bize “Ben kendi bahçemde size düğün yaptırmam” dedi ve izin vermedi. Gerekçe olarak da Koruma Kurulu kararını gösterdi. Biz bu etkinliği yapmakta çok kararlıydık ve şenliğimizi Gazhanenin üst sokağında yapmak için hazırlıklara başladık. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin öğrencilerinden destek istedik. Gençler, serigraf baskılarla bize flamalar, üçgen sokak bayrakları hazırladılar, bütün sokağı bunlarla donattık. Oraya bir sahne kurduk, mahallemizden sanatçıları çağırdık. Şarkılar, türküler söylediler, palyaçolar çocukları eğlendirdiler, kurduğumuz stantlarda hediyeler dağıtıldı vb. Bu etkinlik basında çok yankılandı, Gazhane Çevre Gönüllüleri sokak şenliği yaptı diye. O ilk şenliğimizin sloganı da “Komşunu al da gel. Gazhanede şenlik var” idi. Amacına da ulaştı aslında, daha sonrasında da birçok etkinlik düzenledik. Bir keresinde Kadıköy Kaymakamlığı’na başvurup bölgedeki ilköğretim okullarının halkoyunu ekiplerinin o alanda gösteri yapmasını talep ettik, kabul gördü. Alanda yanlış hatırlamıyorsam sekiz ilköğretim okulunun öğrencileri halkoyunu gösterisi yaptı. Müthiş bir görüntüydü aslında çünkü bunu hep birlikte örgütlemiş oluyorsun, hep birlikte organizasyonunu yapmış oluyorsun. Nasıl yapıyoruz bunu, o öğrencilerin anne babaları da işin içine katılıyorlar, tek başına öğrenciler gelmiyor. O öğrencilerin öğretmenleri işin içine katılıyorlar. Nasıl yapalım, sahneyi nasıl kuralım, ne kadarlık bir alan size gereklidir diye öncesinde bütün bunları konuşup ona göre karar veriyorsunuz. Bu yanıyla bizim için de çok öğretici süreçler oldu bunlar. Yani katılım mekanizmalarının nasıl yaratılacağına dair bizim de bu süreçte öğrendiğimiz çok önemli tecrübelerdi bu yaptığımız etkinlikler ve festivaller.

Tuğba İçer: Bu etkinlikler Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin giderek kurumsallaşmasını da sağladı değil mi?

Nesrin Uçar: Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi de Hasanpaşa Gazhanesi’ne komşu bir bölgede, Acıbadem’de olduğu için gidip onlarla görümeler yaptık. O zaman fakültenin dekanı Hüsamettin Koçan’dı, çok sıcak karşıladı projemizi. Kadıköy Belediyesi, Güzel Sanatlar Fakültesi ve Gazhane Çevre Gönüllüleri kolektif olarak düzenli toplantılar yaptık ve bu şenliği nasıl organize edebiliriz diye konuştuk. Fakültenin heykel bölümü öğrencileri geldiler, Gazhane’nin aurasına ve geçmişine uygun metal malzemelerle heykeller ürettiler ve alanda bıraktılar. Ama maalesef yine idare bunu kendilerine rağmen yapılan bir şey olarak değerlendirip korumadı, koruyamadı ve heykeller de çalındı veya götürüldü. Borusan Filarmoni Orkestrası geldi, “Ses Vermek” festivalinde bir konser verdi. Kadıköy Belediyesi’nin destekleriyle davet ettiğimiz sanatçılar oldu. Mesela Suavi ve Volkan Konak, Gazhane çalışmasına destek olmak üzere şenliklerimizde konser verdiler. Biz de orada stantlar açtık, paneller düzenledik.

 

Tuğba İçer: Bu süreçte toplumun farklı kesimlerine sadece danışarak değil de onları bizzat sürece dahil ederek, organik bir şekilde katılımcı bir pratik oluşturmuşsunuz aslında. Siz de katılımcılığı bu süreçte herkesle birlikte deneyimlemişsiniz. Bunu nasıl yaptınız? Ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Nesrin Uçar: Gerçekten öyle çünkü bir bebek doğduğunda her şeyi bilerek doğmuyor. Öğrenilen bir süreç bu, biz öğrenmeye kendimizi çok açtığımız için kolaydı bizim açımızdan öğrenme sürecimiz. Ama bizi zorlayan, bütün bunları idareye anlatma süreciydi çünkü bürokrasi çok ağır işliyordu, ilgili makamlara erişmekte çok güçlük çekiyorduk. Türkiye siyasetinin genel eğilimi hep böyle araya tanıdıklar bildikler sokarak ilişkileri sürdürmek üzerinden yürüdüğü için ve Gazhane Çevre Gönüllüleri olarak siyaset üstü bir şey yaptığımız için bu yapıları devreye sokmaktan hep kaçındık. Bütün yaptığımızı Gazhane Çevre Gönüllüleri olarak yapmaya gayret ettik, o nedenle sıkıntılarımız oldu. Ama biz doğru bildiğimiz yoldan ayrılmadık. İşimize sıkı sıkı sarıldık.

Bu süreçte iki etkinlikten daha bahsedeceğim. Biri, 2008 yılında yaptığımız uluslararası festivaldi, bu festivalin adı “Trans Yapıt”tı. Berlin Lacht diye Almanya’nın Berlin kentinden festival organizasyonları yapan bir grup, Kadıköy Belediyesi’ne başvurmuş ve Gazhane’de bir etkinlik düzenlemek istediğini söylemiş. Kadıköy Belediyesi de bizimle tanıştırdı bu grubu. 2008 yılında Kadıköy Belediyesi, Berlin Lacht grubu ve Gazhane Çevre Gönüllüleri üçlü bir protokol imzaladık ve alan içinde uluslararası bir festival organizasyonuna giriştik. Bu festival aslında bizim çok boyumuzu aşan bir şeydi. Çünkü bir bayram tatiline denk geliyordu ve bir hafta diye planlanmıştı ama sonrasında üç haftaya evrildi. Bizim grubumuzun içinde dil bilen arkadaşlarımızın sayısı çok sınırlıydı, o nedenle böyle kafa göz yararak gelen ekiple anlaşmaya çalıştık ama gönüllü çalışan çok insan oldu. İstanbul’un çeşitli bölgelerinden gelip çeviri konusunda destek olan, dayanışma gösteren gençler oldu. Bu festivalde Kadıköy Belediyesi alanda sahra çadırları kurdu. Bir tanesinde gelen ekibin malzemeleri vardı. Diğeri yemekhane olarak kullanıldı. Daha sonra da ekip kendi çadırlarını getirdi ve alan içerisinde konakladılar. Seyyar WC ve duşlar geldi. Alan içinde yemekler yapıldı, yendi, provalar yapıldı. Festival için kullanılacak atık malzemeler alana getirildi.  Gerçekten olağanüstü bir şeydi ve çok ses getirdi. Kadıköy Belediyesi bir tır tahsis etti bize ve bir gün boyunca bütün ekip TIR’la dolaşıp ücretsiz bir festival olduğunun duyurusunu yaptık. Broşürler, bildiriler dağıttık insanlara, çok şenlikli bir şeydi gerçekten. Festival katılımcı bir modele uygun olarak düşünülmüştü. Gelen gruplar kendileri gösteri yapıp katılanlar izlesin modelinden ziyade gelen her yaştaki ve cinsiyetteki insana uygun araçlar yaratarak etkinliğe katılımı sağladılar. Çocuklarla dans etkinliği yaptılar, ateş gösterileri yaptılar yine çocuklarla birlikte, birlikte tiyatro alanı sahnesi kurdular. Nasıl kurdular? Mesela bizden eski araba lastikleri bulmamızı istediler. Çocuklarla o lastikleri boyadılar ve onları koltuk haline getirdiler. Sonra çocuklar o koltuklara oturdular, onlarla birlikte tiyatro oyunu oynadılar. Üç hafta bizim açımızdan çok zor geçti ama çok güzel bir festivaldi ve bizim de uluslararası ilk ve tek etkinliğimiz oldu.

2009 yılına geldiğimizde 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projesi kapsamında görüşmelere başladık. O arada Gazhane alanı içindeki üç binanın restorasyonunun yapılabileceğine dair İBB, GÇG ve 2010 Avrupa Kültür Başkenti ekibi olarak görüşmeler yaptık, çeşitli disiplinlerden katılımcılarla bir araya gelip görüşler oluşturduk fakat sonuç alıcı bir çalışma maalesef ol(a)madı. Bu süreç bizim de kırılma noktamız oldu. Üç yıl içerisinde bürokrasinin çelik direniş halatları bizi de yordu.

2009 yılında bir şenlik daha yaptık. Özellikle bir önceki yıl yaptığımız uluslararası festival aracılığıyla bizi bulan, tanıyan sanat grupları, bu alanda saha çalışması yapan akademisyenler ve Avrupa Kültür Başkenti Ajansından bireysel katılımlarla yaptığımız şenliğimiz alandaki son etkinliğimiz oldu. Alan içinde aynı anda çoklu çadırlarda panellerle Gazhaneyi tartıştık, Avrupa’daki örnekleri dinledik, kültür merkezine dönüşüm süreçlerini öğrendik. Açık alan sergisi düzenledik, Gazhanede çalışmış olanların anlatımlarıyla binaların geçmiş fonsiyonları hakkında bilgilendik. 216 Sanat grubu kanvas kumaşlar üzerine yağlıboya resimler yaptılar, sonrasında bunu kocaman bir defter haline getirdiler ve adına da Bellek Defteri dediler.

 

 

Tuğba İçer: Peki 2010–2019 arası dönemde başka hangi gelişmeler yaşandı? Gazhane’nin dönüşüm sürecinde aktif olarak devam ettiniz eylemlerinize, Neler yaptınız?

Nesrin Uçar: 2010 aslında bizim kırılma noktamız oldu. 2006 ile 2010 arasında çok hızlı gelişen bir süreçte daha fazla sonuç alacağımızı beklemiştik ama süreç sonuçlanmayınca hayal kırıklığı yaşadık. Ama bu arada tabii şöyle bir şey oldu bu festivallerle eşzamanlı olarak, İBB ile görüşmelerimiz devam etti ve o görüşmelerde o dönemki yönetimin yetkilileri sesimizi duydu ve bu alanın kültür merkezi olması için bir girişimde bulunacaklarını söylediler. Bize hayal gibi gelen şey birdenbire gerçeklik olarak karşımıza geldiğinde biz çok şaşırdık. Kiminle çalışmak isteyeceğimizi sordular, alanda bir restorasyon projesi başlatılacak bu projeyi kimin yapmasını istersiniz dediler. Biz hemen İTÜ’yü önerdik çünkü onlar konunun başından beri içindeydi. Rölöve ve restitüsyon çalışmaları ellerinde hazırdı, onun üzerine devam etmeleri daha kolay olurdu. Sonrasında İTÜ ile İBB protokol imzaladı ve o protokol gereğince restorasyon projesi hazırlandı. 2001 yılında da koruma kurulu bu projeyi onayladı. İBB’de koruma kurulu onaylı tek proje olarak çok etkili bir proje oldu Gazhane.

2002 ile 2014 yılı arasında İBB tarafından bu projenin rafa kaldırıldığı dönem oldu. 2014 yılında İTÜ’den bir revizyon projesi isteyen Büyükşehir Belediyesi, sonrasında ihale yoluyla bir inşaat firması ile anlaştı ve İTÜ’nün hazırladığı restorasyon projesini uygulamaya soktu. 2014’den 2019 yılına kadar da işte restorasyon devam etti. Hatta 2021’e kadar devam etti diyebiliriz ama 2019 yılında epeyce bir yol almış durumdaydı.

 

Tuğba İçer: Gelelim Gazhane’nin restorasyonun bitişine ve Müze Gazhane olarak açılışına. Şu anki durumu nasıl değerlendirirsiniz?

Nesrin Uçar: Bugün gelinen noktada da içinde kütüphanesi, tiyatro sahnesi, sergi alanları, kitapçısı ve yeme içme alanları olan bir mekân İstanbul’a kazandırılmış oldu. Toplamında İBB’nin verdiği isimle “Müze Gazhane”. Ama burasının yönetilmesi konusunda bizim hâlâ söyleyecek sözlerimiz var ve söylemeye devam ediyoruz. Buradaki bütün etkinliklerin sermaye gruplarına bırakılmaması gerektiğini söylüyoruz. Müze Gazhane’nin semtten koparılmadan işlevinin devam ettirilmesi gerektiğini söylüyoruz. Gazhane Çevre Gönüllüleri olarak 26 yıl boyunca yürüttüğümüz bu mücadelenin de aslında bir tarihi olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Bu tarihin kişisel bir ikbal meselesi olmadığını, Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin kurumsal bir yapı olarak değerlendirilip, bu mücadele tarihinin o alan içinde sergilenmesi, kuşaktan kuşağa aktarılması gereken bir değer olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Bu konuda hâlâ daha alacağımız çok yol var çünkü sesimiz henüz karşı tarafın bariyerlerini aşamadı.

 

Tuğba İçer: Gazhane büyük ölçüde korundu ve Müze Gazhane olarak açıldı. Peki bundan sonraki aşamada talepleriniz neler?

Nesrin Uçar: Bizim buradaki talebimiz şu: Burada nasıl bir kültür organizasyonu yapılacağına kim karar veriyor, biz bunu öğrenmek istiyoruz. Diyelim ki x kişisi geldi, alan içinde görevli olan şahsa müracaat etti ve ben şöyle bir çalışma yapıyorum, bu çalışmayı bu alana taşımak, her ay bu alanda etkinlik yapmak istiyorum dedi. Onlar da buyurun müracaatınızı yapın dediler. Sonrasında bunu hangi kurullar, hangi kriterlere göre değerlendiriyor, biz bunun şeffaf olmasını istiyoruz. Ya da orada farklı sergi alanları var, farklı toplantı alanları var, bir toplantı alanı için müracaat edildiğinde onun karar mekanizmaları nasıl işliyor, bu mekanizmayı kim kuruyor? O sergilerin yapılmasına, o konuların seçilmesine kimler karar veriyor, bunların şeffaf olması lazım. Biz diyoruz ki o mekanizmaların içinde yerelin de söz sahibi olması lazım. Eğer ki o alanın korunması ve bugünkü haline gelmesinin sebebi olan bir yapı var ise o karar mekanizmalarında o yerel de olmalı. Bu yerel kimdir? Kadıköy Belediyesi, muhtarlık, STK’lar, Gazhane Çevre Gönüllüleri, sanat çevreleri. Bunların hepsi olmalı, hep birlikte karar verilmeli. Yani tepede kurulan bir organizasyon ekibi buna karar verip, ben en iyisini biliyorum ve böyle bir organizasyon yaptım, buyurun size de çok güzel hizmetler sunuyorum, hem de ücretsiz sunuyorum dese de onun bir kıymeti olmuyor. Bu konuda idare ile henüz bir yol alamadık. Katılımcılığın toplantılara, sanat-kültür aktivitelerine davet edilmekten, proje anketlerine oy vermekten öte bir mana taşıdığının bilinmesini istiyoruz.

 

 

Tuğba İçer: Burada ayrıca yönetimle ilgili de bir bölünmüşlük var sanırım değil mi? Siz aslında belediye ile aranızda mutabakat imzalamıştınız geçen nisan ayında. Bununla ilgili gelişmeler ne durumda?

Nesrin Uçar: Şimdi yönetimle ilgili kısmı şöyle söyleyeyim. Alanın mülkiyeti İBB’ye bağlı. Alanın yönetiminde ise iki yapı var. Biri Kültür AŞ, diğeri Kültür Varlıkları Koruma Kurulu. İkisi de İBB’ye bağlı organlar. Kültür AŞ biraz farklı çünkü o belediyelerin gelir getiren işletmelerinden biri ve mekanın  ekonomik boyutunu da düşünmek zorunda olan bir yapı. Yani bir gideri var alanın. X rakamında bir gideri var. O giderin karşılanması için bir gelire ihtiyaç var, o nedenle de orada birtakım organizasyonların paralı olması gerekiyor ama biz şunu söylüyoruz kültür paralı olmamalı. Şehir Tiyatroları’nın bir bedeli var, insanlar onu ödeyerek giriyor. Beltur’un yemek, çay yerleri, Otopark, İstanbul Kitapçısı gelir getiren yerler ama daha fazlasında ücretli alanların olmaması gerekir diyoruz. Kültür AŞ de işte bunu şimdilik en azından dikkate alarak yapılan bütün etkinlikleri ücretsiz olarak sunuyor. Şu ana kadar alan içindeki hiçbir etkinlikten ücret alınmadı.

 

Tuğba İçer: Bu alandaki etkinliklerin ücretsiz olmasında Gazhane Çevre Gönüllüleri’nin etkisinin olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü kültür ücretli olmamalı diyorsunuz ve bunu talep ediyorsunuz.

Nesrin Uçar: Evet ama Gazhane Çevre Gönüllüleri dediğiniz vakit şu anda 50 kişilik ama aurası 500 kişilik bir oluşum ve asıl o aurası da etkili oluyor. Nasıl etkili oluyor? Seminerler organize ediyoruz, radyo programlarına katılıyoruz, röportajlar veriyoruz, bunlarla da meramımızı anlatmaya çalışıyoruz. Karar verici organlar da bunu dikkate almak zorundalar. Başka türlüsü olamaz. Aslına bakacak olursak onlar da biliyorlar, diyelim ki bir konser ücreti 20 lira bile olsa üç kişilik bir aile 60 lira verip o konseri izlemeye gelemez ve mahalleli oradan uzaklaşır. Kültürün parayla alınıp satılabilir bir şey olmaktan çıkartılmasını istiyoruz. Sesimiz dolaylı olarak gidiyor ama doğrudan bariyerleri aşamıyor.