Peyman Ünalsın Gökhan

Adsız Çocuklar Korosu

1969 İstanbul doğumlu. İtalyan Lisesi’nden sonra hayranı olduğu ekolün peşinde dört sene, sonradan hiç icra etmeyeceği bir bölümde lisans eğitimi aldı. Hayat bilgisi ile donandığı yılların ardından Türkiye’de, çeşitli alanlarda profesyonel çalışma hayatına devam etti. Lise yıllarında başlayan turizm sektöründeki çalışmaları, pandemi sonrasında, ikinci emeklilik döneminde yeniden gündeme geldi. İtalya, İspanya ve Güney Amerikalı turistlere tur programları hazırlayıp, ülke tanıtımına katkı sağlamakla meşgul. 2014’te yoğunluğu artarak başlayan edebiyatla iştigali, bugün çeşitli mecralarda yayımlanan öykü, kitap inceleme yazılarıyla sürmektedir. Yazılarının toplandığı, son dönemde biraz ihmal edilmiş avarebalon.com isimli blogun sahibidir.

O gün çarşı alışılmışın dışında boştu. Kokoreçcinin arabasında bol baharata bulanmış pembe bağırsak ağır ağır dönüyordu. Balıkçı, bir sanat eseri üzerinde çalışırcasına itinayla, gümüş renkli balıkları kırmızı tezgâhlara diziyordu. Kokoreç pişmemiş hâliyle ne kadar imrendiriciyse, ayıklanmış balıklardan kopup havaya karışan bağırsak kokuları da o kadar cazipti (!). Balıkçının tam karşısındaki manav yeşil salataları, kırmızı soğanları, turp ve rokaları ön plana çıkararak öyle bir tablo çizmiş ki, sanki balıklar pişmiş halde uçacak ve salatalarla bir tabakta buluşacak, kırmızı soğanı kırıp hemen yemeğe başlayacaksın. Cevizli, zeytinli, ekşi mayalı ekmeklerin kokusunu duymak için iki dükkân ötedeki fırının ta önüne gitmeye gerek yok. Öyle davetkâr bir rayiha ki, kokoreçe de, balığa da, karşıda dönüp duran dönere de yakıştığını düşünen, çarşının o günkü seyrek müşterileri kapıdan içeri girmeden geçip gitmiyordu.

Çarşı öyle sakindi ki, Musa’nın kılıcıyla ikiye bölünen Kızıldeniz gibi açılmış ve iki çocuğa yol açmıştı. Çocuklar, arkalarında çektikleri, kendilerinden büyük kâğıt toplama arabalarıyla etraflarına bakınarak ağır aksak yürüyorlardı. Kokoreççinin önünden geçerken daha yeni yeni uç vermiş Âdemelması yukarı aşağı oynadı her ikisinin de gırtlağında. Küçük  balık tezgâhının önünde daha çok oyalandılar; karşıdan gelen mis gibi ekmek kokusuyla kızarmış gümüş balıkları iyi giderdi. 

Sonra dikkatlerini çeken başka bir sese doğru koşar adım uzaklaştılar. Köşedeki birahanenin dışarı bakan televizyon ekranında “Hayalet Avcıları” çizgi filmi oynuyordu. Büyülenmişçesine ekrana bakıyorlar ve film müziğine dilleri döndükçe eşlik ediyorlardı: “Gooovastıs!”

Birahanenin işletme müdürü içerden koşarak geldi. Elinde iki kâğıt külahta kızarmış patates vardı.