Kitap kapağının sol üst köşesindeki fotoğraf alıntısına büyüteçle bakınca fark etti ayrıntıları, yazı, kamp ateşini, bir grup insanı… Bu keşfi imlemek için gözlüğünün üzerinden baktı kızlara. Gözleri parladı dördünün. Buz kâsesinin içinde sırasını bekleyen rakısını eline aldığında kadehin etrafına yuvalanmış damlalardan biri, defterdeki ‘A’ harfinin üzerine düştü. Mürekkep, gülümseyen bir alev surata dönüşüverdi. Büyükbabasından dinlediği ‘tayyare öyküleri’ndeki bütün sözcüklerin terini sildi hemen. “Sağlığınıza… Gelmenize ve fakat gitmemenize…” dedi masadaki Nalan, Güzin, Yalın, Berna ve Müjgân’a. Elindeki büyüteci önce Nalan’a verdi, kitabı uzattı ardından. Saymadıkları dakikalar sonra hepsi… Masadaki mumun alevine baktı.
Gecede asılı kalan kelimeler; birazdan güneşin doğumuyla termometrenin cıvası yine üç ve sıfır civarında titreşecekken değil, ortaklaştıkları sayfada, sondan üçüncü satırdaki dizelerdekilerle selamlaşınca yüreklere indi.
Bu altı kadın, temmuz kapısından birlikte çıktılar. Bir ağızdan “Bir varmış / bir daha varmış / Bilenler bu masalın başladığını / ‘bir yok’un esamesini anmazmış / Varsa bir son / ‘hiç’liğe niyet/ masada sarı saçlı çocukmuş,” diye diye uzak diyarlardan gelen iyot kokulu çınar ağacına sarıldılar.
Buz Mesafesi, beşinci baskısını yaptı bu yıl. Altı kişilik mavi örtülü masanın etrafında beş kadın, en çok sevdikleri şarkıyı mırıldanırken altı mum yaktılar.
Kadehler, buz kâsesinde demlenmedeydi… Gitmemişti kimse, ağlamadılar…