Eda Özdemir

Evvel

Arabadan indiğinde saat 02.30’u gösteriyordu. Köprünün bu kadar boş olmasının şaşkınlığı ile geldiği yöne doğru ilerlemeye başladı. Buz gibi havada dazlak kafasını binlerce böcek aynı anda ısırıyordu sanki.  Cebinden buruşmuş bir not kâğıdı çıkardı, üzerindeki tütünü üfleyip, “Saat 02.36, yola çıktım” yazdı. Bunu yazabilmek için yıllardır bekliyordu. İşte şimdi olmuştu. Tabelalar bilmediği bir dilde bir şeyler anlatıyor gibiydi. İstemsizce gözlerini kıstı. Gözlükleri olmadığını fark edince sessizliği yırtan bir kahkaha patlattı. Ah bu benim iflah olmaz meczup yanım diye bağırdı. Anlam aramaktan yorulmadın mı hâlâ? Gümüşten bir gecede, tekinsiz bir yolda yürüyen, kör bir adamsın işte! Not kâğıdını çıkarıp, “Saat 02.55, her yer çok bulanık” yazdı. Köprüye gelmeden önce bir yol motelinin önünden geçtiğini hatırladı; eğer orayı bulabilirse belki bu gece şehirden ayrılacak birinden onu da götürmesini isteyebilirdi. Yürümeye devam etti; soğuk, kuduz bir köpek gibi bacaklarına dolanıyordu. Sanki uzun zamandır aradığı şey, orada onu bekliyordu; adımlarını sıklaştırdı. Siluetler bulanık ruhlarından kurtulup berraklaşmaya başladı. Motelin adı tanıdık gelmişti, Gündüz Düşleri Motel.  Kanatlı mavi kapıyı ardına kadar açtı…

Göğsündeki ağrıyla uyandı; yatağında doğrulup, sardığı sigaradan derin bir nefes çekti. Başucundaki not kâğıdına şöyle yazdı: Saat 05.50, aynı rüya (21)…