“Çekiyorum, kıpırdamayın. Hazırrr…”
“Hiç bozmayın, bir daha. Hazırrr…”
Necaticiğimin siyah olmasına rağmen tekrar siyaha boyadığı, ekşimiş parfüm kokulu jölesinden bolca sürüp yan tarafa yatırdığı ince telli saçlarını elleriyle düzeltiyormuş gibi gözüküp tüm bakışları kendine çekebilme sevinciyle defalarca tekrarladığı konuşmalarıdır bunlar. Çabasız, dupduru, gürültüsüz, renksiz. Sanki otomatik pilota bağlanmış gibi. Mesleğini de aynı kıvamda tutar. Tekrarları yaşamak hiç bunaltmaz onu. Aslında hisleri bile durmuş gibidir. Donmuş sanki.
Ahhhh Necaticiğim, saçlarına gösterdiğin özeni kendi hayatın için de göstersen, dükkân kapısının önünde kısa bacaklı taburelerde oturup çay içerken aynı kişilerle tavla oynayıp yüzünün hep sol tarafına vuran güneşi farklı şekilde tutmaya çalışsan, kötü mü olur? Benim ayarlarımı bile hiç değiştirmiyorsun. Aynı açı, aynı ışık, aynı uzaklık…
Sen sadece benim vizörümden baktıklarını çekiyorsun. Olduğu gibi. Boş, duygusuz. Öylesine deklanşörüme basıyorsun. Artık ne çıkarsa… Ben hiç senin gibi değilim. Olamam da zaten. Önüme geçen her kişi yeni şeyler gösterir bana. Anlatır kendini ve kendimi. Anlamak isterim çünkü.
Geçen hafta gelen, beyaz üzeri kırmızı çiçek desenli gömlek giyen genç kızı düzgün poz veremedi diye nasıl azarlamıştın da ağlatmıştın. Oysa birazcık dikkat etseydin, gözlerindeki bulutların sebebinin babasının memleketten zor bela gönderdiği parayı düşürdüğü için olduğunu anlardın. Dükkâna girdiğinde ağlamaklı, titreyen sesiyle yaptığı telefon konuşmasını fark etmedin tabii.
Birbirinin ellerinde kaybolmak ister gibi sıkıca el ele tutuşan anne oğula ne demeli? Dört beş yaşlarındaki oğlanın karşıma geçip sandalyeye oturana kadar, dükkândaki pis kokuyu konuştun da konuştun. Zavallıcığın çişini kaçırdığı pantolonu niye göresin ki…
Sen görmeden bakmaya, duymadan işitmeye, koşmadan yürümeye devam et bakalım, Foto Neco.