Kübra Çiğdem İnal

Kitapçılar Cenneti Buenos Aires ve Başmelek Ateneo

1974, Ankara doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1997 yılında, İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden ise 2018’de mezun oldu. Yüksek lisansını Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yaptı. İngiltere, İspanya ve Arjantin’deki çeşitli dil okullarında eğitim aldı. 2017 yılında Cambridge Üniversitesi’ne giderek İngiliz edebiyatının farklı dönemleriyle ilgili derslere katıldı. Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen editörlük, düzeltmenlik ve lektörlük programlarını tamamladı. 2001’den beri öğretim görevlisi olduğu Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu’ndaki görevini sürdürmektedir. Kendisi aynı zamanda üç Javier Cercas romanına emek vermiş, çiçeği burnunda bir çeviri editörüdür.

Buenos Aires’in en nezih, en temiz semtlerinden biri Palermo, en azından bu yüzyılda. Böyle hoş bir semtte, altı hafta için oldukça uygun bir rakama kiraladığım odayı düşündükçe… Ne kadar şanslıyım! Kente vardığım gün El Ateneo’ya doğru yürürken bunu daha iyi anlıyorum. Temmuz, kışın ortası oluyor bu yarım kürede. Uzun, upuzun Santa Fe Bulvarı’nda attığım her hızlı adımla kitabevine biraz daha yaklaşırken ağzımdan dumanlar çıkıyor. “Güney’in Paris”i, “Güney Amerika’nın en Avrupai şehri” unvanlarını boşuna hak etmemiş Buenos Aires. Bunu anlamak için şehirde bir gün bile dolaşmak yeterli. Paris’in şıklığına, entelektüelliğine, kafe kültürüne, şarap tutkusuna, geniş caddelerine bandoneon sesi ile tangoyu da eklerseniz Buenos Aires’in resmini çizmiş olursunuz zihninizde. Ancak Paris’e nazaran, gözümüzden uzak, hem de çok uzak Buenos Aires. Belki tam da bu yüzden gönlümüze pek yakın değil, kim bilir…

 

Özenli giyinen, eğitimli, kültürlü, parasını kuruşu kuruşuna dikkatle harcarken bile kaliteli yaşamdan ödün vermeyen, zamana direnen insanların şehri Buenos Aires… Tiyatroya gitmek için hazırlanmış bir Buenos Aireslinin kılık kıyafetine baktığınızda mesela, kahvaltısında içtiği poşet çayı bile hesap ederek tükettiğini imkânı yok anlayamazsınız. Şık bir fular takar boynuna ya da zevkli bir broş mantosunun yakasına yahut fötr bir şapka başına ve siz asla hissetmezsiniz, buzdolabının neredeyse boş olduğunu. Bu şehrin yerlisi ayın sonunu getiremese de tiyatroya gider, film izler, kitap okur, şarap içer, tango yapar, âşık olur ve şu kısıtlı ömrü olabilecek en kaliteli, en anlamlı, en güzel şekilde ciğerlerine çeker. Yaşadığı coğrafyanın havasından mıdır yoksa suyundan mı, bilinmez, mücadele ustası olarak doğar porteño*. “Kesik damarlarından” yıllardır akan kana rağmen, kolay kolay can vermez kendisi, direnir ve sımsıkı tutunur yaşama. Eti az pişmiş sevmesi, zor hayat şartlarını çiğnemeye çalışmasının göstergesidir sanki, sanat ve edebiyat da o şartları sindirmedeki en büyük yardımcısı…

 

Palermo semtindeki olağanüstü kitabevi Ateneo’ya girdiğimde hipnotize oluyor ve bir zamanlar aynı semtte yaşamış olan Arjantinli yazar Borges’in şu sözünü hatırlıyorum: “Ben cenneti hep, bir çeşit kütüphane olarak düşlemişimdir.” Borges’in doğduğu 1899’da Palermo; şimdiki gibi varlıklı başkentlilerin semti değilmiş, hatta yoksul bile sayılabilirmiş. Ellili yaşlarının sonlarında görme yetisini kaybeden Borges’in asıl işi kütüphanecilik olup, kendisi Arjantin Millî Kütüphanesi’nde görevine başladığında “ona aynı anda hem 800,000 kitabı hem de karanlığı veren Tanrı’nın muhteşem ironisiyle” mücadele etmek zorunda kalmış. Borges’in yürek burkan ironisini şimdilik bir yana bırakıp derin bir nefes alıyor ve Ateneo’nun büyüsüne bırakıyorum ruhumu. 

 

2008 yılında İngiliz gazetesi “The Guardian” tarafından dünyanın en güzel ikinci, 2019’da da “National Geographic” onayıyla dünyanın en güzel kitapçısı olarak seçilen El Ateneo Grand Splendid’in açılışı Mayıs 1919’da gerçekleşmiş. İlk yıllarında 1,050 koltuklu bir gösteri sanatları salonuymuş burası. İtalyan sanatçı Nazareno Orlandi tarafından yapılan tavan freskleri, dikkatleri o zaman da bayağı çekmiş. Mekân 1920’lerde sinemaya dönüştürülürken 2000’de de bugünkü kitabevi hâline getirilmiş.

 

Burası bir kitapçı ise, şimdiye dek gördüklerim neydi acaba?!? Yıllar önce o 1,050 koltuğu taşıyan zeminin üzerinde şu an sayısız kitap rafı ve sahnenin olduğu yerde de bir kafe – restoran var. O rafların arasında zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan, sahnenin ortasında yemek yerken buluyorum kendimi! İsterseniz yirmi kitabı raflardan seçip alın ve kitabevinin bu kısmına gelip oturun, size kimse engel olmuyor. Neredeyse bir roman bitirecek kadar vakitte, lezzetli bir Margarita pizza ve en kalitelisinden, yerli bir Malbec eşliğinde, saatlerce inceleyebiliyorsunuz o kitapların her birini. Tercihe göre, yemeğin üstüne birkaç fincan kahve de içebilirsiniz tabii. Güney Amerika’da iseniz, en az kısıtlanan şeylerden biridir çünkü vakit. Oturmakta olduğum sahnede bir zamanlar Carlos Gardel, Francisco Canaro, Roberto Firpo, Ignacio Corsmi gibi birçok ünlü tango sanatçısı kendi müziğini icra etmiş. Kitabevinin duvarlarında bu adamların sepya fotoğraflarına ikide bir denk gelmem, boşuna değilmiş demek.

 

Giriş ve girişin alt katındaki çocuk kitapları bölümü, ana salon, birinci ve ikinci kat olmak üzere toplam 21,000 metrekarelik bir alana yayılmış Ateneo. Bir edebiyat ülkesi olarak kabul edilen Arjantin için şaşılacak bir şey değil gerçi bu. Dünyada en fazla kitapçıya sahip (her 100,000 kişi için 25 kitapçı) olan, 2011’de UNESCO tarafından “Dünyanın Kitap Başkenti” seçilen, kitap tutkunları için yeryüzünün en güzel 15 şehrinden biri kabul edilen Buenos Aires için Ateneo; çok da sıra dışı bir mekân sayılmaz yani.

 

Karnımı keyifle doyurup soluklanıyorum. Kitaptan dergiye, filmden CD’ye kadar aradığım her şeyi rahatlıkla bulabileceğim, büyük bir titizlikle düzenlenmiş rafların arasındayım işte yine! Tavan fresklerine, sahnenin kırmızı kadife perdesine, localara, sarı ışıklara, altın varak rölyeflere bir kez daha bakarken, bu ikonik yapının içinde pat diye Anna ile Vronsky’ye rastlayacakmışım hissine kapılıyorum. Tolstoy da kitapların arkasından aynı sözü defalarca fısıldıyor sanki: Zevk; gerçeği ortaya çıkarmakta değil, onu aramaktadır.**

 

* İspanyolcada “liman şehri insanı” anlamına gelir. 1880’lerde Avrupa’dan büyük kitleler hâlinde Buenos Aires’e göç eden İtalyanların, İspanyolların ve Fransızların kendileri için kullandıkları tabirdir.  

** Lev Nikolayeviç Tolstoy, Anna Karenina