Benliğinizi küllü bir duman esir almış ve her saniye kurtulma ümidiniz azalıyorken aklınızdan neler geçer?

Dakikalarca camları yumruklayarak, boğazım parçalanırcasına bağırdıktan sonra çaresizce yatağıma uzanıp “ölmeye yattığımı” düşünüyorum. Romandaki kadın gibi. Nasıl yapmıştı? Rastgele seçtiği, perdeleri sımsıkı kapalı bir otel odasında, çırılçıplak uzanmıştı karyolaya. Aslında yataktı en güzelinden en yaylısından, benimki pirinçten süngerli bir karyola. O, parasını ödeyip yatmıştı, ben annemden yadigâr bilezikleri bozdurup. O, bile isteye ben zoraki. Genzim acıyor, nefes almakta zorlanıyorum. Lanet olasıca kör Hilmi, tek kaşı kalkık Neriman’a yaranacak diye… Bir kibrit çak, tüm mahalle aşkından alazlansın. Zeki Müren güftesi okusan olmaz mıydı?

Alevler kapıdan korkunç dilini gösteriyor. Gözlerini yum Suzan, görünmez ol. Bir şarkı mırıldanıyorum. Aklın fikrin müzikte Suzan, elin işte gözün oynaşta. Süslenip püslenme, mahalleyi başımıza tebelleş edeceksin. Sonunda iki dirhem bir çekirdek, babasının emektar pikabını dinleyerek aşkını bekleyen Suzan, başkasının aşkından kül oluyor. Al işte!

Tutuşan tahtaların yıkılışını duyuyorum. Tutturdu çatı diye, olanca tahta direği dikti tepemize. Ne vardı beton kalsa. İsli birkaç nefes daha alırdım. Bırak artık uğraşma. Sen değil misin ölmeye yatan.

Kolum soğuk metale değiyor. Üzerime eğilmiş beyaz önlüklünün eli, keçeleşmiş saçlarımda. Geçti, diyor. Gözleri, çağlayan ırmak. İçimde, Hilmi’nin Neriman’a duyduğu kül olmuş aşkı filizleniyor.