Önüm, arkam, sağım, solum kül. Araç dağ yoluna tırmandıkça, yamacın aşağısındaki o görüntü ömrüm boyunca aklımda kalacak. Laf işte, ağzımdan çıkmasıyla fark ettim. Sanki unutma çabası sorunlu değilmiş gibi.
Arka koltuktaki oğlum, “Anne her yere kar yağmış.” dedi.
Sırtına Süpermen pelerini, üzerinde onu kaslı gösteren kabartmalı kostümü… Bu sıcakta sesimi çıkarmadım. Onun güç alacağı bir kahramana, benimse çocuksu bir umuda ihtiyacım vardı. Mezar taşlarına benzer iskeletlere bakarken, geçen hafta alevlerin arasından duyduğum çığlıklar arabanın içine doldu. Üflesem, kemikleri tuzla buz olacak kömür yığını sessizdi. Nefesim tıkandı, arabamız da aynı anda tısladı. Hararet göstergesine bakacaktım, cam birden buğulandı.
“Boran, hemen iniyoruz.”
Paniğimden utandım, ufacık tehlikede düştüğüm hâlden. İs kokusu, günlerce havada asılı kalmış duman, geceleri yıldızları bile karartan kasvetten kaçmak hataydı belki. Böyle durumlarda ne yapılmalı? Çekici çağırabilirim, illa bir yolunu bulurum diye düşünsem de içimde kapana kısıldık duygusu… Oğlum patikadan aşağıya doğru yürümeye başladı.
“Anne, bunlar kar değilmiş.”
Yanakları titriyordu. Televizyonda izlerken de ağlamıştı ama bu başkaydı. Yeri eşelemeye başladı.
“Yardım et.”
Epey derinde bulduk. Kahverengi toprak avucumuzda. Yürek atışı kadar sıcak. Birden rüzgâr çıktı, külleri yüzümüze savurdu.“Dokunma,” dedi sanki rüzgâr. Gökyüzüne baktım. Kara, koygun bulutlar kol kola vermiş, şiştikçe şişmişti. Boran’ın alnına birkaç yağmur damlası serpiştirdi, gerisi gelmedi. Şimşek çaktı. Böyle uluorta duruyorken, ya bize yıldırım çarparsa? Rüzgârın yönü değişti. Şimşek başladığı gibi hızla uzaklaştı. O bile, dişinin kovuğuna uygun, gönlünce düşeceği yer bulamadı mı? İstediği gürlemeyi yaptıracak hayat kalıntısı dahi kalmadı mı?
Boran içini çeke çeke boynuna bağladığı kostümünün bağını açtı. Göğsü inip kalkıyordu.
“Yemyeşillerdi.”
Ayak ucunda yükseldi. Pelerinini iskeletin gövdesine bağladı.