1974, Ankara doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden 1997 yılında, İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünden ise 2018’de mezun oldu. Yüksek lisansını Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanında yaptı. İngiltere, İspanya ve Arjantin’deki çeşitli dil okullarında eğitim aldı. 2017 yılında Cambridge Üniversitesi’ne giderek İngiliz edebiyatının farklı dönemleriyle ilgili derslere katıldı. Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından düzenlenen editörlük, düzeltmenlik ve lektörlük programlarını tamamladı. 2001’den beri öğretim görevlisi olduğu Marmara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu’ndaki görevini sürdürmektedir. Kendisi aynı zamanda üç Javier Cercas romanına emek vermiş, çiçeği burnunda bir çeviri editörüdür.

Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez’in, İspanyolca adıyla “Crónica de una muerte anunciada” yani “İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü” isimli romanı bizde niçin “Kırmızı Pazartesi” adıyla basılmıştır, bilmiyorum ancak daha önemlisi, kitabın konusunun, ülkemizin genel havasına şaşırtıcı derecede nokta atışı yapmış olmasıdır: kendi hâlinde, sessiz bir kasabada yaşayan herkes, işlenecek bir cinayetten haberdardır. Hatta romanın ilk cümlesiyle yazar, kimin ne zaman öldürüleceğini bile okuyucusuyla paylaşır ancak eserdeki hiçbir karakter bu cinayeti engellemek için parmağını dahi kıpırdatmaz ve kaderin, ağlarını örmesine seyirci kalır.

Sakin bir Ege kasabasına tatile gitseniz de -vurdumduymazlığı fıtratından, mutluluğu cehaletinden kaynaklanan biri değilseniz şayet- memleketin kadim tarihiyle yaşıt, kadim dertlerinden kurtulamıyorsunuz maalesef. Gazeteye dokunmamak ve televizyonun kumandasını elinize almamak, olan bitenden mahrum bırakmıyor sizi, akıllı telefonunuzu denize fırlatıp atmadıysanız tabii! Hastanelerinizde doktorlarınızın, adliyelerinizde avukatlarınızın, sokaklarınızda kadınlarınızın, cennet beldelerinizde ormanlarınızın ortadan kaldırıldığına, masum hayvanlarınızın işkence gördüğüne tatildeyken bile dakikasında şahit oluyor ve bu haberlerin devamının geleceğini de pekâlâ biliyorsunuz. Şanlıurfa’daki hastanede kendisine saldıranların serbest kaldığını öğrenen bir doktor, o adliyelerden birinin önünde, diplomasını yırtarak mesleği bıraktığını haykırıyor. Bir “Kırmızı Pazartesi” karakterinden hallice, her şeyi öngörüyor ancak hiçbir şey yap(a)mıyorsunuz. Koca bir alev topu çörekleniyor göğsünüzün üzerine gene. Azıcık serinlemek için süpermarketten birkaç saat önce satın aldığınız “yarım” karpuzu buzdolabınızdan çıkardığınızda bu topraklarda sekiz bin yıldır tarımla uğraşıldığına inanasınız gelmiyor içinizden. Buruk bir tebessümle, yüreğinizdeki yangının neden giderek büyüdüğünü ve söndürülemez bir hâl aldığını anlıyorsunuz sonra: bu b.ktan dünya karşısında, aslında bir “Kırmızı Pazartesi” kahramanısınız siz. Acziyetiniz, körüğü olmuş ateşinizin. Elinizden bir şey gelmiyor.

Bütün bunları düşündükten az sonra, rüzgârının yine püfür püfür estiği bir Foça akşamında ve asmaların hemen altında, Ataol Behramoğlu şiirlerini, bizzat şairin ağzından dinlerken buluyorsunuz kendinizi. Edebiyatın ilaç gibi mucizevi bir etkisi yok belki, şiirleri, öyküleri, romanları hap gibi yutmak hayata sihirli değnek gibi de dokunmuyor ama birilerinin, hiç tanışmadığınız ve de yakinen tanımadığınız insanların sizin gibi hissetmeleri, hayata kafa tutmanızı kolaylaştırıyor ve yüreğinizdeki “Yalnız değilmişim” duygusunu tetikleyip sizi güçlendiriyor:

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum

Boynu bükük ayçiçeği

Şiirin ve aşkın geleceği.

 

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum

Dağ rüzgârı, portakal balı

Alçakgönüllü, hünerli, sevdalı.

 

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum

Yazgısı kara yazılmış gelin

Kurumuş sütü memelerinin.

 

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum

Harlı bir ateş gibi derinde yanan

Haramilerin elinde bunalan.

 

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum

Güngörmüş, bilge toprağım

Yunus, Pir Sultan ve Nâzım.

 

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum

Bozlak, ağıt, halay ve zeybek

Dumanı üstünde ekmek.

 

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum

Yüzü kırış kırış anam

Ağlayan narım, gülen ayvam.

 

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum

Asmaların üstünde gün ışığı

En güzel geleceğin yakışığı.

 

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum

Zinciri altında kımıldayan

Bitecek sanıldığı yerde başlayan.*

 

“Bitecek sanıldığı yerde başlayan…” Buram buram umut kokan, bundan daha güçlü bir dize olabilir mi? Söyleşinin devam ettiği mekânda şarabımı yudumlarken Behramoğlu’nun ezberinden okuduğu şiirleriyle, serin bir denizde kulaç atıyormuşum hissine kapılıyorum. Sonra, gece yarısına ramak kala, o Arnavut kaldırımı sokakta, beni evime götürecek olan dolmuşa doğru giderken şairin -Türkiye’nin epey yorduğu ancak hayallerini yok edemediği o görmüş geçirmiş adamın- dizeleriyle aşıyorum gene, yüreğimde yükselmiş umutsuzluk dağlarını:

Ve hayat yürüyor durmamacasına

Ön safta yeni çocuklar var şimdi

Yeni aşklar, yeni sevinçler, yeni coşkular yaşanmakta*

Edebiyat,

Bir büyüsün sen… Ve iyi ki hayatımızdasın…

Eski Foça, 19 Temmuz 2022

* Ataol Behramoğlu (1942 – )