Aralık 1997'de İstanbul-Şişli'de dünyaya geldi. Anadolu yakasında geçen ilköğretim yıllarının ardından, lise eğitimi için Karaköy'deki Saint-Benoit Fransız Lisesi'ne gitti. Burada öğreneceğini hiç tahmin etmediği Fransız diliyle ve yeni insanlarla tanıştı. Beş yıllık lise eğitiminden sonra, gelecekte ne yapacağını pek de bilmeyerek İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya bölümünün yolunu tuttu; ileride ne yapmak istediğini de üniversite yıllarında şekillendirdi. Paris'te Erasmus deneyimi yaşadı. Oradan döndükten sonra, bir yandan eğitimine devam ederken öte yandan da NTV'nin spor servisinde editör olarak staj yaptı. Bein SPORTS’dan sonra kariyerine Medyascope’ta editör olarak devam etmektedir.

Bir çocuk, babasının veya annesinin tuttuğu takımla beraber spora gönül verir. İstisnalar elbet vardır ama çoğumuz, ebeveynlerimizin tuttuğu takımı destekleriz. Bir takım tutmaksa, sporu sevmenin yarısıdır. Tuttuğumuz takımların başarısı, kahramanlar, yıldızlar ve hikâyeler diğer yarıyı oluşturur. Okuyacağınız yazı; bir çocuğun, nasıl bir futbol veya basketbol takımına gönül verdiğinden bahsetmeyecek.

Küçük bir çocuk, daha okula bile başlamadığı yaşlarda. Futbolla pek alakası yok, hatta futbol maçlarının olduğu saatlerde oluşan bağırış çağırış yüzünden bu spora biraz da mesafeli. Evde yine oldukça tutkuyla takip edilen bir başka spor daha var: Formula 1. O zamanlar daha “sıralama turları” denen hadiseyle pek tanışılmamış, o yüzden tüm aksiyon pazar günleri yaşanıyor. Çocuğun aşağı yukarı hatıralarında yer eden olaylar şunlar: bir sürü hızlı, renkli, yollarda görmeye alışık olmadığı tipte araba bir pistin etrafında tur atıyor, birbirlerini geçmeye çalışıyor, bazen çarpışıyor. Bu olaylar silsilesinin çoğunda da ateş kırmızısı bir araç süren, aracıyla aynı renkte tulum giyen, sarışın, oldukça havalı bakışları olan ve her haliyle bir süper kahramanı andıran bir adam birinci oluyor. Çocuğun hatıralarının silik olduğu yılların çoğunda bu olaylar tekrarlandı.

Aradan birkaç yıl geçince bu çocuk da babasının her pazar yaptığı gibi yarışları takip etmeye başlamıştı. Bu sefer biraz daha bilinçli şekilde izliyordu. Süper kahraman Michael Schumacher, çocuğun hafızalarındaki gibi değildi artık. Yedi kez dünya şampiyonu olan Schumi’yi, İber Yarımadası’ndan çıkan, genç, oldukça yakışıklı, dalgalı saçlarıyla pistin tozunu attıran bir isim alt etmeye başlamıştı. Fernando Alonso, çocuğun net olarak hatırladığı ilk Formula 1 sezonları olan 2005 ve 2006’yı şampiyon olarak tamamlamıştı. Hafızalarda silik olarak yer alan kahraman Michael Schumacher emekli olmuştu. Scuderia Ferrari takımı kahramanını kaybetmişti ama kahramansız kalan sadece onlar değildi. Ufak çocuk ve hasta bir Tifosi olan babası da kahramansız kalmıştı.

Scuderia Ferrari, 2007 ve sonrası için Kimi Raikkonen ile anlaştı. McLaren ile şampiyonlukların ucundan dönen Fin pilot, Formula 1 tarihinin en başarılı takımı ile amacına ulaşmanın peşindeydi, Ferrari de Kimi gibi, iki yıl uzak kaldığı şampiyonluğa tekrar ulaşmak istiyordu. Ferrari ve Kimi birlikteliği, Avustralya’da, sezonun daha ilk yarışında muhteşem bir zaferle başladı. İlk zafere rağmen, şampiyonluk kolay bir hedef değildi. McLaren-Mercedes son iki yılın şampiyonu Fernando Alonso ve yıldız adayı Lewis Hamilton’dan oluşan yeni bir ikili kurmuştu. Şampiyonluk, inişli-çıkışlı bir sezonun ardından, son yarışta, Brezilya’da geldi. Son yarışa şampiyona üçüncüsü olarak giren Kimi Raikkonen, yarışı kazanarak Scuderia Ferrari’nin yeni dünya şampiyonu olmuştu.
Şampiyonluk kutlamaları sadece Brezilya’da değil, İstanbul’da bir evde de yapıldı. Küçük bir çocuksanız, babanız ve anneniz arasında belki annenizle daha samimi bir ilişkiniz olabilir. Baba sizin için her zaman daha ‘otoriter’ bir figür olabilir. Daha da küçükken babamın omzunda, Bağdat Caddesi’nde futbol şampiyonlukları kutladığım da olmuştu. O gün yaşananlarsa, ona çok yakın hissetmemi sağladı. Kızıl arabanın şampiyon olması, Scuderia Ferrari, ortak tutkumuz olmuştu. Bugün babamla arkadaş gibi oturup birçok konuyu konuşabiliyorsam, bu belki de Kimi Matias Raikkonen’in yaşadığı dünya şampiyonluğu ve benim belki de onun sayesinde bir Formula 1 tutkununa dönüşmemdir. İnsanlar birçok sebepten ebeveynleriyle sağlıksız ilişkiler yaşasa da, ben belki de babamla kurduğum dostluğu, Espoo’dan çıkan bir Fin’e borçluyum. Ne şanslıyım ki, Kimi Raikkonen’in Houston’da kazandığı ve şimdilik kariyerinin son Grand Prix galibiyeti gibi duran yarışı da babamla beraber izleyebilmiştim. Ferrari için o günün şartlarında önemsiz gibi duran zafer, benim için çok şey ifade ediyordu. Sadece bir yarış galibiyeti, bana 2007’nin o Aralık gününü ve ne kadar şanslı olduğumu hatırlattı.

Bana bu sporu sevdirdiği için babama, babamla da beni arkadaş yaptığı için Kimi’ye teşekkürlerle…