1954 yılında Ankara’da doğdu.  A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ekonomi Maliye Bölümü’nden mezun oldu.  Uzun yıllar özel sektörde yönetici olarak çalıştı ve 2011 yılında emekli oldu.

2013 yılından bu yana öyküler yazmaktadır. İletişim Yayınları tarafından yayımlanmış Maruzatım Var ve Duyuyor musun?  isimli iki öykü kitabı vardır. İlk kitabı Maruzatım Var 31. Haldun Taner Öykü Ödülü’nü almıştır.

Öyküleriyle katkıda bulunduğu kitaplar:

Türkiye Hikâyelerini Anlatıyor (Can Yayınları, 2016)

Evden Kaçmanın Yolları (Doğan Kitap, 2021)

Kirpiğin Düşmesin Yere (NotaBene, 2021)

Suerdem, İstanbul’da yaşamaktadır. Yurtdışında yaşayan evli bir kızı vardır.

Yıllar parmaklarımızın arasından akan su misali geçip gidiyordu. İstediğimiz gibi tutamadan, kavrayamadan, yoğurup biçim veremeden… Özellikle de pandemiydi, depremdi, seçimdi, art arta yaşanan hukuksuzluklar, ihlaller, ekonomik sorunlar, kadın cinayetleri, iş cinayetleri, intiharlar, doğa, hayvan katliamları derken her güne birden fazla haber sığdıran, her yeni gün kötü bir haber nedeniyle günümüzün aymadığı yıllar yaşıyorduk. Devam edeceğini, biz değiştirmeyi istemezsek, değiştirmek için çaba sarf etmezsek, gelen yılın gideni aratacağını bilerek girdik 2025 yılına da.

Bezgin, umutsuz ve kaygılı, neşemiz çalınmış, yılmıştık. Tünelin sonu karanlıktı. Bekliyorduk her zamanki gibi. Eylemeden beklersen gelmeyeceğini bile bile… O karanlıktan çıkışın ışığını 19 Mart’ta İstanbul Üniversitesi öğrencileri bize gösterdiler, polis barikatlarını aşarak, yıkarak. 18 Mart’ta İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının hukuksuz bir şekilde İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulunca iptal edilmesinin şaşkınlığını yaşarken, ertesi gün özgür irademizle seçilmiş başkanımızın sabah operasyonuyla gözaltına alınması kaygılarımızı, korkularımızı katmerlemişti. Aynı üniversitenin gençleri geleceklerine, bir gün el konulabilecek diplomalarına, iradelerine sahip çıkmak için anayasal haklarını kullandılar, yürümek istediler, silahsız cephanesiz. Tüm üniversite gençliği de katıldı onlara, sel olup aktılar. Tek silahları düşünceleri, fikirleriydi. Ellerinde balta yoktu ama azimleri baltadan daha güçlüydü. Yeter diyorlardı yeter, biz bir yirmi üç yıl daha aynı anlayışla yönetilmek istemiyoruz, biz her sabah “böcek” olarak uyanmak istemiyoruz. Hukukun olduğu bir düzende, hakça paylaşımla üniversitemiz, hocalarımız, geleceğimiz için kaygılanmadan, eğitimde sağlıkta fırsat eşitliğiyle, yediğimize, içtiğimize, giydiğimize, cinsel kimliğimize karışılmadan yaşamak istiyoruz. Böyle bir yaşam için başka bir ülkede göçmen olmak istemiyoruz dediler. Onlar barikatları yıkarken kıvılcımı ateşlemişlerdi, korkuyu evde, yurtta, okulda bırakırken bize de “Haydi!” dediler. Hem Ekrem Başkan’a, çalışma arkadaşlarına yapılanlara karşı, hem de gelecekleri için, CHP ve tüm muhalif partilerle meydanların dolmasını sağladılar. Onlardı öncümüz. Z kuşağı dediğimiz, hafif yollu küçümsediğimiz gençler birden Dev-GenZ oluvermişlerdi. Her şeyi göze almışlardı. Dövüldüler, işkence gördüler, gaz yediler, gözaltına alındılar ama yılmadılar. Onlar için geri dönüş yoktu. “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”dı şiarları.

Saraçhane mitinglerine katılamadım. Yetmiş bir yaşındaki bir “genç” olarak kişisel sağlık problemim o kalabalığa yalnız girmemi engelliyordu. Evdeydim. Telefonum elimdeydi. Yüreğim oradaydı. Onlarla birlikte atıyordu. Kıllarına bile halel gelmesini istemiyordum. Onlarla birlikte slogan attım evimden, onlar gözaltına alınırken, işkence görürken benim de canım yandı. Süper güçlerimin olmasını çok istedim. Ama öyle insanlar sadece masallarda, romanlarda, filmlerde vardı. Gerçeğe dönüp yanımdaki yamacımdaki arkadaşlarımdan güç alarak çıktım sokaklara. Bir grup edebiyatçı arkadaşla beraber Silivri’ye gittim. Anne Baba Dayanışma Ağı’yla tanıştık, kucaklaştık. Gençlere yazdığımız mektupları avukatlar aracılığıyla ilettik. Biz buradayız “gururumuzsunuz” dedik. Kitaplar bıraktık onlara çıktıktan sonra okumaları için. Orada olmak, göremesek, konuşamasak, ellerini tutamazsak bile bizlere iyi geldi. Evde kalmak çaresizlikti. Evde kalmak kabullenmekti.

Onlar anayasal haklarını kullandılar ama ülke de anayasa tanımıyordu. Bunu açıkça ifade etmekten de çekinmemişlerdi. “Dikkat dikkat polis konuşuyor” diyerek “kanunsuz” olduğu iddia edilen sloganların “kanunsuz” olduğunu hiçbir gerçek hukukçu söyleyemezdi. İçi boş iddianamelerle yargılandı pırıl pırıl gençler. Onların yargılandığı saraydaydım. Adalet Sarayı. Çağlayan. Anneler Çocuklarının Yanında grubu üyeleriyle, Anne Baba Dayanışma Ağı’nın yanında. 18 Nisan Cuma günü başlayan davalar için tüm üniversite öğrencileri de oradaydı. Arkadaşlarına destek olmaktı amaçları. İnançlı, kararlıydılar, neşeleri de gözlerinde sözlerinde, yanlarındaydı. Onlara sarılmak, gözlerindeki azmin ışıltısıyla bir kez daha uyanmak, birbirimize iyi ki var olduğumuzu söylemek, yüreklerindeki heyecanı hissetmek bambaşkaydı. Bizlerin “anne” olarak yanlarında olduğumuzu bilmeleri onlara iyi gelmişti. Ortalarına aldılar, söz verdiler. Heyecanımız kucaklaştı. Onlar daha çok anne babanın, teyzenin, amcanın, konu komşunun, mahalle halkının yanlarında olmasını istiyorlar. Sizler yanımızda oldukça bizi “radikal, marjinal” diye nitelemeleri zor, siz yanımızda olduğunuzda bizlere müdahale ederken daha farklı davranıyorlar. Saraçhanede yaşadık bunları, ancak el ayak çekildikten, kimse kalmadıktan sonra müdahaleler başladı diyorlar. Biz “bir avuç öğrenci” değiliz, sizlerle beraber halkız ve geleceğimize sahip çıkmalıyız diyorlar.

Davalar boyunca Anneler Çocuklarının Yanında grubuyla Çağlayan’da olmaya devam ettim. “Adil” bir yargılama olduğu için tüm davalar Ekim 2025’e ertelendi. Cumhur Başkanına hakaretten tutuklu olanların ise iddianamesi bile hazır değil. Onlar bir aydan fazladır içeride tutuluyor. Sağlık problemleri olan ve sorunları gittikçe ağırlaşan Esila’da. Bakanlıktan soruşturma açılması için izin yeni çıkmış. Davanın açılmasını bekleyeceğiz. Yine orada olacağız. Bu kez kalabalık olmalıyız. Bilenler bilmeyenlere duyurmalı. Korkmayan korkana cesaret vermeli. Davanın ne zaman olacağını Anne Baba Dayanışma Ağı’nın sosyal medya hesaplarını takip ederek öğrenebilirsiniz. Bu gençleri gündemden hiç düşürmemeli, unutmadığımızı hissettirmeliyiz. Sadece Silivri değil, hapishaneler soğuktur.

Benim tek dileğim bu atılan kıvılcımın sönmemesi, sadece öğrenci hareketi olarak kalmaması. Mitinglerde nasıl kalabalık oluyorsak öğrencilerin yürüyüşlerinde, anayasal eylemlerinde de o kalabalıkları oluşturmalıyız. Hiç olmazsa yarısını. Partilerin gençlik kolları, kadın kolları, dernekler de bu konuda duyarlı olmalı. Değişim istiyorsak biz de koltuklarımızı bir süreliğine bırakmalıyız. Yıllardır yok sayılanların var olduklarını, hem de çok olduklarını göstermeliyiz. Amacımız sadece insanca yaşamak için değişim.

Son olarak diyeceğim odur ki:

Biz hepimiz anneyiz, hepimiz babayız, onlar da bizim çocuklarımız. Onlara bir gelecek borcumuz var.

“Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz.”