II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’de savaştan en çok tahribat alan ilin Muğla olduğunu biliyor muydunuz?
Bir Muğlalı olarak bunu ben bile bilmiyordum. Neler olduğunu bir dizi tesadüfler silsilesiyle öğrendim ve etkilerine yıllardır fark etmeden şahit olduğumu anlamam da bir hayli zaman aldı. Size olan biteni anlatacağım ama önce, savaşın etkilerini görebilmek için tarihte biraz geriye gidelim.
Yıl 1944, Mart ayı. Afrika’dan yola çıkıp Ege Adaları’nı bombalayan bir İngiliz uçağı arızalanır ve Milas’ın Gereme adlı mahallesine düşer. Öyle ki, uçakta bulunan iki pilot ilk başta nerede olduklarını anlayamaz ve konuşmak istemez. Ardından Türk topraklarında olduklarını anlayınca büyük bir sevinç duyarlar.
Yıl 1943, 11 Ekim. Milas Güllük Limanı’na İtalyan bir savaş gemisi iltica eder. İngilizlerden kaçarak Güllük’e gelen bu gemide önemli miktarda mühimmat olduğu anlaşılır ve Türk Hükûmeti tarafından gemiye el konur.
Aynı yıl, Milas’a İngilizler tarafından savaşta kullanılmak üzere bir havaalanı inşa edilir. Ancak bu havaalanı hiçbir zaman kullanılmaz.
Bu olaylar silsilesi burada da bitmiyor. Aslında, tüm bu anlattıklarımdan önce yaşanmış ve asıl tahribata sebep olmuş bir olay daha var.
Yıl 1942, aylardan Mart. 14’ünü 15’ine bağlayan pazar gecesi, saat 00:55’te Türkiye’nin batısında yer alan Milas’a bombalar yağıyor. Oysaki Türkiye savaşta bile değil.
Bombaların büyük bir kısmı Beçin’in yakınındaki tarlalara ve Topbaşı Mevkii’ne isabet ediyor. Bombalamanın sonucunda yapılan tespit çalışmalarında tahribatın çok az olduğu anlaşılıyor; çünkü bombaların birçoğu, özellikle Beçin’e düşenler, patlamamış bile. Bunun nedeninin, bombaların isabet ettiği tarlaların yeni sürülmüş olması olabileceği düşünülüyor. Öte yandan, Topbaşı Mevkii’nde Bekçi Dursun’un evi yıkılmış, hamile eşi yaralanmış ve kendisi de vefat etmiştir…
Bombalamayı yapanlar İngilizlerdi. Bazı komplo teorilerine göre, İngilizler Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’na dâhil edebilmek için bu bombalamayı, Alman üniforması giydirilmiş askerlerle ve Alman uçaklarıyla kasıtlı olarak gerçekleştirmiştir. Öte yandan, olayın ertesi günü Birleşik Krallık bir açıklama yapmış ve asıl hedefin Rodos olduğunu, kötü hava koşulları nedeniyle Milas’ın yanlışlıkla bombalandığını söyleyip özür dilemiştir.
Tüm bu anlattıklarım, öğrendiğim tarihi gerçekler. Ama bunları nasıl öğrendiğimden, bu olayın izlerine yıllar boyunca nasıl şahit olduğumdan ve bana ne hissettirdiğinden ayrıca bahsetmek isterim. Çünkü aslında hepimizin yıllar boyunca arkasında ne hikâyeler gizlendiğini ve nasıl anlamlar barındırdığını bilmeden, görmeden, sadece bakıp geçtiği yerler, insanlar ve nesneler var.
Yıl 2023, Nisan ayı. Konum yine Milas. Bir öğleden sonra annemle çay bahçesinde oturuyoruz.
Gözümün gördüğü ilk cisimden konu açmaya çalışarak, aramızda bir hayli uzun süren o sessizliği bozmaya çalışıyorum.
O şey, oturduğumuz yerin hemen yanında duran, açık maviye boyanmış ve üstüne çıkılabilecek kadar büyük bir demir yığını.
Bu demir yığını, seneler içerisinde bulunduğumuz çay bahçesinin ve onun da içinde yer aldığı parkın ve meydanın çeşitli noktalarında kendine yer bulan; benim ve benden öncekilerin sürekli üzerine çıkıp hayaller kurduğu, bazen bir denizaltı, bazen de bir balina olan… Rengi bazen gri, bazen mavi olan bir “şey”di bizim için.
Ama o an rengi mavi olduğu için bana göre daha çok bir balinaydı.
“Bu balina da benim çocukluğumdan beri burada,” dedim.
“Bu bir balina değil ki, bu bir bomba,” dedi annem.
O an çok mutlu olmuştum. Çünkü hem üzerine konuşabileceğimiz bir konu bulmuştum –verdiği o tek kelimelik cevaptan belliydi, arkasından ne geleceği– hem de hiç dinmeyen merakıma bir yenisi daha eklenmişti.
“Nasıl yani?” diye sordum.
O da bana, az önce size anlattığım hikâyeyi özetledi.
Tesadüfen, gözüme takılan bir cisimden bir cümle atmıştım ortaya. Havada yankılanması ve aramızdaki boşluğu doldurması için söylenmiş, öylesine bir şeydi. Arkasından böyle bir hikâyenin çıkacağını ve bana neler anımsatacağını hiç düşünmemiştim. Hayat tam olarak böyle işte.
O andan sonra o şey, benim için bir “şey” olmaktan çıkıp bir hikâyeye dönüştü. Artık o, çocukluk anılarımın bir parçası değil sadece, bu şehrin tarihinin bir parçasıydı benim gözümde.
Ülkece, farklı sebeplerle o savaşa girmemiştik. Girmediğimiz savaşın getirdiği tüm zorluklara rağmen, bu halk barış içinde yaşamıştı. 50 küsur yıl sonra benim de doğacağım o şehir bombalansa da, tahribat çok azdı ve bombalar patlamamıştı –ne büyük mucize.
Bu bombalardan biri, yıllar boyunca –benim de çocukken yaptığım gibi– küçük çocukların oyunlarına arkadaşlık edecekti. Onların hayal dünyalarında farklı şekillerde yer bulacaktı. Ama asla bir bomba olarak değil.
O gün, o balinanın bomba olduğunu öğrendiğim gün, o aslında bir çocuk parkının içindeydi. O gün çok garipsemiştim bu durumu doğal olarak. Patlamamış bir bombayı çocukların oyunlarının içine iliştirmek ne kadar ironikti. Hiçbirimiz onun böyle bir işlevi olabileceğini tahmin etmemiştik. Şu an bile çoğu Milaslının bunu bildiğini sanmıyorum. O parkta hâlâ kimse ölmedi. Çocuklar hâlâ onun üstüne çıkıp farklı düşler kuruyorlar. Bazen o denizaltıyla denizleri keşfediyorlar, bazen de balinayla diğer balıkları tanıyorlar.
Ama bugün bir yerlerde, hem de çok yakın bir yerlerde çocuklar; birilerinin üzerlerine bilerek ve isteyerek attığı bombalar yüzünden ölüyorlar.
Sanmıyorum ki dünyanın hiçbir yerinde, patlamamış bir bomba oyuncak olarak kullanılsın. Bombaların varoluş amacına ters bir durum bu. Olmamalı da. Ama barışın hüküm sürdüğü yerde, bombalar bile bir oyuncağa dönüşürken; bu çocuklar, eğer ölmezlerse, eğer hayatta kalmayı başarabilirlerse, hiçbir zaman bombalara buradaki çocuklar gibi bakamayacaklar.
Onlar için, ne renge boyanırsa boyansın, nerede, neyi temsil ederse etsin, bombalar hep ölümle bağdaşacak.
Her zaman anlayacaklar onun ne olduğunu, bilecekler asıl rengini, duyacaklar kokusunu…
Dünyanın neresinde olursa olsun, hiçbir çocuğun bombayı bu kadar iyi tanımayacağı; bizler gibi, yıllar boyu bir balina olarak algılayacağı yarınlar dileğiyle.
Bu Şehrin Çocukları ve İthaf – Cahit Irgat
Bu şehrin mahzenleri
İrin kokar, kan kokar.
Şehrin mahzenlerinde,
Cinayet var, ölüm var.
Anne, girmem bu oyuncak dükkânına,
Orada toplar, tayyareler, tanklar var.
Seviyorum söğüt dalı atımı,
Tekme atmaz, ısırmaz.
Ben yaşamak istiyorum,
Bir ağaç gibi,
Serile serpile, boylu boyumca.
Karınca kararınca değil ama.
Anne, girmem bu oyuncak dükkânına,
Orada toplar, tayyareler, tanklar var.