Sakarya Üniversitesi'nde Gazetecilik öğrencisi. "Ben bu dünyadan değilim" diyerek kendi dünyasını yaratmaya çalışan Selin; okumayı,dinlemeyi,keşfetmeyi ve özellikle de nergisleri çok sever :) Hak temelli habercilikle alakadar ve sivil toplum faaliyetlerine de bir o kadar ilgili. Şimdi ise Medyascope Tv'nin stajyer muhabiri.

Deprem bölgesindeki çocukların en büyük ihtiyacı güven ve mahremiyet

Bu ayın “Çocuk Düşleri” teması kapsamında, deprem travması yaşayan çocukların psikolojik dünyalarını anlamak için Saadet Öğretmen Çocuk İstismarı ile Mücadele Derneği’nden (UCİM) Klinik Psikolog Burak Emre Kadak ile yaptığım mülakatın yanına kendi yorumlarımı da katarak bir şeyler ifade etmeye çalıştım. 

Merkez üssü Kahramanmaraş olan depremler, fiziksel olarak bir felaket yaratsa da asıl felaket tüm o ana şahit olanların hafızalarında ve yüreklerinde yaşandı. Yaşlısından gencine, erkeğinden kadınına büyük bir mağduriyete sebebiyet veren depremler kimi çocuklar için hiç kapanmayacak bir yaraya, hayatlarını temelinden sarsan bir değişime yol açtı belki de. 

En büyük ihtiyaç: Güven

İlk olarak, depremi yaşayan çocukların, “Bundan sonra ne olacak, hayatım hep böyle mi ilerleyecek, hep benim yanımda olacak mısınız?” sorularıyla var olan belirsizliğe bir cevap aradıklarını söylüyor Klinik Psikolog Burak Emre Kadak. Rolleri değiştirelim. Deprem bölgesinde bir çocuk olduğumu hayal ediyorum ve o kaosun içinde yapmak istediğim tek şey; kafamı anne, babamın boynuna gömüp sarılmak olurdu. Sarılmanın iyi geldiğini en çok da çocuklara iyi geldiğini söylemiş Galler Prensesi Diana. İhtiyacım olan tek şey ebeveynlerimin yanımda olması ve onların bana hissettirebilecekleri güven. Tabii Kadak, depremin ve deprem sonrası sürecin çocuklar üzerinde bıraktığı etkinin; yaş, karakter ve kişilik özelliklerine göre değişiklik gösterebildiğini de sözlerine ekliyor.

Deprem ve deprem gibi yıkıcı olayların çocukları nasıl etkileyebileceği üzerine ise Burak Emre Kadak şöyle konuşuyor:

“İçe kapanıklık, regresyon belirtileri (altını ıslatma, parmak emme vb..), uyku ve yeme bozuklukları görülebilir. Herkeste görüleceği kesin olmamakla birlikte afetlere maruz kalan çocuklarda afet üzerinden en az bir ay geçmesiyle ya da kimilerinde daha uzun yıllar sonra travma sonrası stres bozukluğu yaşanabilir, travma sonrası stres bozukluğunun; kolay ürkme, korkma, yeniden yaşama, sürekli tetikte olma, öfke patlamaları, fiziksel ve duygusal tepkilerdeki değişiklikler, zararlı madde kullanımı, suçluluk hissi gibi belirtileri görülebilir. Çevresinden göreceği destek, sosyal etkinlikler ve alacağı psikolojik destek ile çocukların bunları yaşama riski en aza indirilebilir.” 

Yaşanan fiziksel yıkımın, gelecekte psikolojik bir yıkıma dönüşmemesi için de Kadak, bu süreçte çocuklara karşı şeffaf davranıp özenle yaklaşmak gerektiği konusuna dikkat çekiyor. Çocuklara art niyet gözetmeksizin dahi yalan söylemek, bu zamana kadar aldığı ve bundan sonra alacağı tüm destekleri de etkileyebilir uyarısında bulunuyor Burak Bey. Yapılması gerekenleri ise şöyle sıralıyor:

“Belirsizlikleri ne kadar giderirsek çocuklar aklında kurdukları düşüncelerin tekrarlanmasını o kadar azaltabilir. Çocukların güvenli bir yerde aitlik duygusunu hissetmesi, sosyal ortamlarına, gündelik yaşamlarına dönmesi, normal bir rutin oluşturması, alacağı samimi ve profesyonel destekle bu travmayı atlatabilir.”

Güvendiklerimizin enkazında kalmak

Çocuklar güven algısının yitirilmesine bağlı olarak ebeveynlerden ayrılamama, kaygı düzeylerinde artış, kâbuslar görme, buna bağlı olarak uyku düzenlerinin bozulmaları gibi tepkiler gösteriyorlarmış. Konfor alanı eşittir güvenli alan dersek; evlerinin kendilerine güveni çağrıştırdığı bu evlerin yıkılışına şahit olmak, belki de o evlerin altından çıkartılmak çocuklar için bir güvenin nasıl çabuk yıkıldığının somutlaştırılmış halidir.

Bu güveni onarmak da, onarmaya çalışmak da pek kolay olmayacaktır. Bu noktada Kadak, çocuklara güvenli bir ortam sağlamak adına temel ihtiyaçları karşılanmadan, bir iyileştirme sürecine girmenin yararlı olmayacağını belirtiyor. Nedenini ise bence terapi odalarındaki koltukların oraya neden konulduğunu sorgulayarak anlayabileceğimiz kanaatindeyim. 

Çocuğa psikolojik destek, rahat ve güvenli alanı oluşturduktan sonra başlıyor aslında. Depremden birkaç gün sonra gönüllülerin ve uzmanların bölgede çocuklarla yaptıkları etkinlikler de iyileşme sürecinin ilk aşaması. Bölgede kurulan oyun çadırlarına, başka illerde depremzede çocuklar için yapılan atölyelere şahit olduk. Bunların etkileri oldukça da etkiliydi. Duyduğumda en çok etkilendiğim olay, deprem sonrasında şok etkisiyle günlerce konuşamayan çocuğun bu etkileşimler sonucunda konuşmaya başlamasıydı. İletişim gücünü görmezden gelemezdik, hiçbir yaş grubu için. Atölyelerde yapılan çalışmaları anlatan Burak Emre Kadak, “Orada çocuklara yalnız olmadıkları hissettirilerek yapılan akran ilişkilerini güçlendirme, oyun ve resimlerle duygularını ifade etme gibi çalışmalar çocukların bu süreçte psikolojik olarak alabildikleri yardımlardandır” diyerek kendilerinin de UCİM bünyesindeki uzman kadrolarıyla psikolojik destek sağlamak için çalışmalar yaptıklarını söylüyor.

Mahremiyet

Klinik Psikolog Kadak çocukların nelerden mahrum kaldığını anlatırken eğitim, barınma, beslenme gibi sorunlara değiniyor. Ama ben özellikle kimsenin hassasiyet göstermediği bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Çocukların o anına bakılmadan, ilerleyen yaşamında travmasının tetiklenebileceği dahi düşünülmeden özel alanlarına girilmesi. Çocukların mahremiyet duygusundan mahrum bırakılıp, özel alanlarına dahil olmak… Yapılan haberlerde çocukların kimliğinin açıkça belirtilmesi, servis edilen fotoğraf ve videolarda çocukların yüzünün açıkça gösterilmesi gibi durumlarla çokça karşılaştık. Kameraların saatler sonra enkaz altından çıkartılan çocuklara çevrilmesi, bu görüntülerin normalleştirilmesi sanırım başka bir travmaya yol açacak en büyük hareket olabilir. Yıllar önce çekilen ergenlik fotoğraflarımızı gördüğümüzde bile imha etmek isterken, aynı şeyi o travmayı yaşayan çocuğun yaşamasının kapanan bir yaranın açılmasına hatta daha büyük bir yıkıma sebebiyet verebileceği düşüncesindeyim. 

Bireyin yaşı ne kadar küçükse, gösterilen hassasiyet de o denli küçük oluyor sanırım. Yazar Ray Merritt’den bir alıntıyla noktalamak istiyorum yazıyı: “İhtiyarlar savaş çıkarabilir, ama tarihi çocuklar yazar.” Savaş çıkartan ihtiyarların da bir zamanlar çocuk olduğunu unutuyor muyuz?