Plastik sanatlar eleştirisi alanında üniversitede dersler vermektedir. 1997-2000 yılları arasında Genç Sanat, Türkiyede Sanat, 2009-2012 yılları arasında Birgün gazetesi, Evrensel Kültür dergisinde sanat eleştirisi yazıları yazmıştır.
sanatburada.com, kolajart.com ve Eleştirel Kültür dergilerinde sanat eleştirisi yazıları yazmaktadır. Birlik Sendikası, Felsefeciler Derneği İstanbul Şubesi, ÜNİVDER ve AICA üyesidir. 12 Sanatçı 12 Söyleşi ve Mine Sanat Galerisi 30. Yıl Kitabının editörlerindendir. Birçok ulusal ve uluslararası sempozyum ve kongrelerde yayınlanmış bildirileri ve makaleleri bulunmaktadır. Muğla Üniversitesinde EğitimSen örgütlenmesinde çalışmış Üniversite İşyeri temsilcisi iken 2007 yılında görevine son verilmiştir. Mahkeme kararıyla görevine dönmüş ardından 2 kez daha aynı işlem uygulanarak görevine son verilmiştir. 11 Ocak 2016 tarihinde yayınlanan “Bu suça ortak olmayacağız!” adlı barış bildirisinin imzacılarından biri olduğu için ACM’de yargılanmış ve 18 ay ceza almış Anayasa Mahkemesi kararıyla beraat etmiştir. Akademik hayatı boyunca siyasi nedenlerle beş kez üniversiteden ilişiği kesilmiş mahkeme kararlarıyla geri dönmüştür.

1789 Fransız Devrimi’yle gelen eşitlik, özgürlük ve adalet talebi, 1917 Ekim Devrimi, Paris’te 68 kuşağı gençlerinin daha fazla özgürlük talebiyle tüm dünyayı saran yeni dalga devrim heyecanı ve beklentisi, Türkiye gibi birçok ülkeyi etkiledi. 

Devrim heyecanı dalga dalga yayıldı, Sovyetler Birliği, Çin, Doğu Almanya, Polonya, Romanya, Bulgaristan, Macaristan, Küba, Laos, Vietnam, Kuzey Kore gibi ülkelerde meydana gelen radikal rejim değişikliklerine neden oldu. Bugün baktığımızda olumlu yanları bir tarafa, devrimlerin yarattığı hayal kırıklığı ve kötü uygulama biçimleri devrim heyecanını ve ateşini söndürmeye ya da tamamen yok etmeye yetmedi. Sosyalist devrim beklentisi hâlâ başka bir dünyanın mümkün olabileceği umudunu taşıyor. Ancak teknoloji ve bilimsel ilerlemelerin ortaya çıkardığı koşullar ve yeni yaşam biçimi devrim olgusunu da değiştirdi, dönüştürdü. 

 

Bugünün devrim anlayışı kanlı ve radikal bir dönüşümle olmuyor, çağın koşullarında yeni formlarıyla kendini göstermeye devam ediyor. Bu formlar kent gerilla eylemleri, toplumsal muhalefet hareketleri, kitlesel protestolarla kendini gösteriyor. İktidarların bu dönüşümlere mukavemeti aynı yumuşaklıkta olmasa da eylemlerin kitleselliği karşısında geri adım atmalarına neden oluyor. İran’da olduğu gibi. 

 

Yeni mücadele formlarında kadınlar, ezilenler, emekçiler ön saflarda. Kadınların cesareti ve öne çıkmasının nedeni ekonomik özgürlüklerini kazanmaları ve feminist bilincin yükselmesiyle birlikte erkeklerle eşit haklara sahip olmak için verdikleri mücadelenin kazanımlarına dayanıyor. 

 

68 kuşağının Türkiye’deki devrim hamlesi kanlı cunta rejiminin darbesiyle uzun bir süre sessizliğe büründü. Bu sessizliği bozan yine kadın hareketi oldu. 80 ihtilali sonrası babaları, kocaları, erkek kardeşleri, çocukları gözaltında kaybedilen, hapse atılan, öldürülen, kadınların korku duvarını aşarak sokaklara çıkması, protestolar düzenlemesi ve taleplerini dile getirmesi, Türkiye’de demokratikleşme hareketinin öncü hamleleri olarak kabul edilebilir. Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi, erkek şiddetine maruz kalan, öldürülen kadınlarla dayanışma sağlamak için kurulan pek çok oluşum feminist bilincin yükselmesine ve yayılmasına sebep oldu. Her geçen gün güçlenen ve büyüyen kadın hareketi bugün Türkiye’deki en güçlü toplumsal harekettir. Kadınların her türlü hakkı için örgütlenen, mücadele eden pek çok kadın derneği, vakfı, inisiyatifi ve platformu var. Erkek şiddetine, polis şiddetine karşı on binlerce kadın örgütlenerek her 8 Mart’ta, 25 Kasım’da sokaklarda en yaratıcı, en cesur sloganlarıyla eylemlerine devam ediyor. Siyasi iktidara karşı taleplerini dile getiren kadınlar otokrat tarafından iptal edilse de İstanbul Sözleşmesi gibi yasal yaptırımlar konulmasını başardı. 

 

Bugün sadece Latin Amerika’da ve ABD’de değil dünyanın birçok yerinde “Benim bedenim, benim kararım” diyen kadınlar kürtaj hakkı mücadelesi için hükümeti sarsacak, ABD’de Cumhuriyetçileri iktidardan edecek hamlelerde bulunabiliyor. Dünya artık çok küçük, en ücra köşesinde bir olay olsa bütün dünya aynı anda öğrenebiliyor. Herkes herkesten, her şeyden haberdar. Siyasi rejimlerin katı baskı ve yasaklamalarına karşın sosyal medya araçları sınırları aşarak hızlı ve engellenemez bir bilgi ve haber alma özgürlüğü sunuyor, hiçbir şey kapalı kapılar ardında kalmıyor. 

 

Baskı ve şiddet toplumsal sorunları çözemedi..

 

13 Eylül 2022’de, giyimi İslam rejimi kurallarına uygun olmadığı gerekçesiyle gözaltına alınan Mahsa Amini’nin, İrşad Devriyeleri tarafından dövülerek öldürülmesi İran’da başını kadınların çektiği bir isyan dalgasına dönüştü. Mahsa Amini’nin ölümünün sorumlusu olarak gösterilen İrşad Devriyesi, 2005’te yürürlüğe giren İffet ve Örtünme Yasası ile göreve başlatıldı. İran kadınlarının yüzde 60’tan fazlasının kılık kıyafeti şeriat kurallarına uygun olmadığı gerekçesiyle çıkarılan bu yasayı uygulayabilmek için İrşad Devriyesi başta olmak üzere 230 ayrı görev tanımıyla 15 kurum oluşturuldu. İran İslam Cumhuriyeti erkinin amacı bu kurumlar sayesinde toplumsal alanda herhangi bir seküler tehdidi engellemekti. Kamusal alanda kadınların giyimi rejim yanlıları tarafından “kötü tesettürlülük” (Bed Hecabi) olarak görülüyor bu duruma engel olmayan yönetim eleştiriliyordu. Devlet de bu eleştirilere cevap verebilmek, kadınları zapturapt altına almak için İrşad Devriyesini kurarak baskı ve şiddeti artırdı. Rejimin bu tutumu devlet-toplum arasındaki yarılmayı daha da derinleştirdi. Kadını tesettüre sokarak, kadın bedenine hükmetmeyi İslami rejimin iktidar alanına dönüştürmesi İran’da kadınların sindirilmesine değil aksine politik itirazlarına ve feminist özne olmalarına neden oldu. 2005’te yasallaşan Kapsamlı İffet ve Örtünme Planı, sorunları çözemediği gibi kadınlarla İslam Cumhuriyeti arasındaki çatışmanın radikal hale gelmesine yol açtı. Bu yasayla toplumun birçok alanından dışlanan kadınlar, zaman zaman protesto eylemlerine katıldı. Bu kadınlar eğitim alan orta sınıf ailelerden gelen kadınlardı. Yoksul ve eğitimsiz kadınların hak ve özgürlük talep edecek koşulları yoktu. Şah döneminde kadınlar kılık kıyafetleri bakımından daha özgür gibi gözükse de demokratik bir rejim olmadığından bu özgürlük kıyafetle sınırlı idi. 1979’da Şah’ın diktatörlük rejimine karşı çıkan isyanda da kadınlar en ön saflarda yer alıyorlardı. Farah Diba’nın kız çocuklarının okutulması için yaptığı öncülük “Diba kuşağı çocukları” diye anılsa ve takdir görse de kadınlar erkeklerle eşit haklara sahip değillerdi. 

 

Devlet şiddeti sonucu bir kadının öldürülmesi İran’da kadınlar için bardağı taşıran son damla oldu. İslami rejimin kadın bedenindeki tasarrufuna uymadığı gerekçesiyle öldürülüşünü kabullenmediler, sokağa döküldüler. İran devlet yetkililerinin daha önceki isyanlarda olduğu gibi, bir iki hafta içinde sönümleneceğini beklediği protestolar giderek büyüdü. Büyümekle kalmadı, ortaokul, lise ve üniversite öğrencileri, üniversite hocaları, akademisyen ve aydınların, genç erkekler, hatta yaşlı kadınlar, aşiretler gibi çok farklı kesimlerin, ünlü İranlı sanatçılar, oyuncular ve sporcuların uluslararası kamuoyunda desteklediği geniş tabanlı bir isyana dönüştü. İsyanda İslam rejiminin simgesi olan kutsalların tahrip edilmesi, Humeyni’nin doğup büyüdüğü evin göstericiler tarafından yakılması, 1979 İslam Devrim’inden bugüne biriken öfkenin rejime duyulan isyanın dışa vurumu olarak okunabilir. 

 

Rejim neden kötü? 

Humeyni’nin fetva vererek grevi haram ilan etmesi, sömürüye karşı çıkan işçilerin grev hakkının “rejime, ulusal güvenliğe, İslam ve Allah’a düşmanlık olarak görülmesi. Kamusal alanda kadınların İslam’a uygun giyinme şartının getirilmesi, kadınların zorunlu türbana sokulması, kadın erkek eşitsizliği. Kutsal sayılan tüm hurafelerin geniş kitlelerin özgürlük alanını gasp etmesi, şeriatın kamusal alana tahakkümü, sendikalara, STK’lara yaşam hakkı verilmemesi, her türlü muhalif sesin bastırılması, sekülerizm ve laikliğin olmayışı. Hukukun ve yasaların İslam şeriatına göre uygulanması, demokratik olmaması. Evrensel insan hakkı beyannamesine riayet etmemesi gibi daha birçok gerekçe yazılabilir. 

 

Yeni mücadele formları… 

1979 İslam Devrimi’nden bu yana 43 yıllık süreçte İran’da çıkan toplumsal hareketlerin hepsinde kadınlar önemli bir bileşen olarak yer aldı. Özellikle 2014 yılından itibaren başlattıkları sivil itaatsizlik eylemleri her geçen yıl büyüyerek gelişti. 2018-19 yıllarında halk sokaklara çıkarak ekonomik krizi ve seçim hilelerini protesto etti. Bu protestolar sonuç vermedi. 

16 Eylül’de Mahsa Amini’nin katledilmesi sonrası Kürdistan ve Belucistan bölgelerinde yaşanan devlet şiddetine karşı Tahran’da başlayan gösteriler İsfahan, Tebriz ve Şiraz gibi şehirlere yayıldı. İsyan ve protestolar İran’da devrim olur mu? sorusunu akla getirdi. İran’da devrim olmasını sağlayacak hiçbir örgütlü yapı yok, yoksul, işçi, emekçi, çalışan kadınların sendikal örgütlenmesi yok. İslami rejim, kendilerinin iktidara gelmesine destek olan sosyalist, aydın ve Batı yanlısı kişileri iktidarı ele geçirir geçirmez katletti. Katledilmekten kurtulanlar da ülkeden kaçmak zorunda kaldı. 

 

Bugün İran’da radikal bir devrim ya da siyasi rejim değişikliğini gerçekleştirecek sendika, STK, dernek, vakıf, platform, inisiyatif gibi örgütlü bir yapının ya da rejim karşıtı bir ordunun olmaması İran’da devrim yapılamayacağını gösteriyor. Rejim kendisine tehdit oluşturacak hiçbir yapılanmaya izin vermiyor. Buna rağmen 2009, 2017, 2018, 2019 yıllarında büyük protesto ve gösteriler yapıldı. Bu protestolar siyasal ve ekonomik taleplerden kaynaklanıyordu ancak bu kez açıkça rejimin değişmesini talep eden, İran İslam Cumhuriyet’inden kurtulmak, demokratik bir İran yönetimine geçmek isteyen geniş bir halk kesimi var. 

 

Radikal geçiş devrimle olmazsa nasıl olacak? 

Bugün İran’da radikal bir devrim yapıp İslam rejimini yıkacak hiçbir yapı yoksa nasıl bir değişim olacak? Bu yeni bir devrim modeli ile olabilir. Bu, bugüne kadar bildiklerimizden farklı bir devrim modeli. Kadınların başlattığı bu devrim, 1979 İslam rejiminden bugüne kadar biriken adaletsizlik, yoksulluk, baskı karşısında “Kürt, Beluç, Azeri- Azadî” gibi farklı etnik grupların Sünniler ve Şiiler gibi farklı dinsel grupların desteğini aldığı için geniş bir tabana yayılmış durumda. 

Bu protestolar herhangi bir yapı ya da örgütlü kadın hareketleri tarafından yapılmıyor. Bundan önceki isyan dalgaları genellikle belirli bölgelerde ya da belirli sınıfsal gruplar tarafından yapılıyordu bu kez her kesimden katılımın olduğu ülkenin tümüne yayılan bir halk hareketi var. Kadınların önderlik ettiği bu halk isyanına önce gençler destek verdi. İran üniversite gençliği isyanın önemli bir parçası oldu, eylemler liselere hatta ortaokullara kadar yayıldı. Bir süre sonra üniversitelerdeki öğretim görevlileri de öğrencilerini desteklediklerini açıkladı. 

 

Kent gerilla hareketi

 

İran’daki son eylemler, daha öncekilerden farklı olarak çok büyük kitleler tarafından yapılmıyor. Küçük gruplar halinde şehrin birçok farklı muhitinde özellikle de işlek caddelerin kavşak noktalarında gerçekleşen daha çok 15-25 yaş arası genç kadın ve erkeklerin yaptığı bu protestolar küçük grup eylemleri gibi gözükse de aynı anda kentin onlarca farklı noktasında yapıldığından polisi şaşırtan “yeni kent gerilla hareketi” olarak da okunabilir. Zira güvenlik güçleri aynı anda kentin pek çok kavşağında akşamları iş çıkışı ya da okul çıkışı bu eylemleri gerçekleştiren gençleri kontrol edemiyor. Bir dernek ya da siyasi oluşuma üye olmadıkları için tespit ve takip yapamıyor. Protestocu erkekler yüzlerini taktıkları maskelerle, kadınlar ise hicap gibi örtünmelerle gizliyor, bu da polisin kimlik tespiti yapmasını zorlaştırıyor.  

 

”Z kuşağı” faktörü 

 

Protestolarda kadınların yanında yer alan İran gençlerinin başvurduğu yöntemlerden biri “sarık zıplatma” eylemi. Mollalara habersizce arkadan yaklaşan ve sarıklarını yere düşüren gençler aslında bu eylemleriyle molla rejimine “sizi parodiye dönüştürüp karikatürleştiriyoruz, artık istemiyoruz” mesajı veriyor. Mollaların saygınlığını zedeleyen bu eylemler karşısında gittikçe sertleşen İslam rejiminin eskimiş, köhne zihniyetine Z kuşağı, çağın yeni medya araçlarıyla karşılık veriyor. 15 ile 25 yaş aralığındaki Z kuşağı, iletişim araçları ve internet sayesinde, yenilikleri takip ediyor ve dünyanın dört bir köşesinde olup bitenden haberdar. Sosyal medya üzerinden bir araya gelen, lideri olmayan bu kolektif eylemleri gerçekleştiren İran gençliği kadınların eylemlerine destek veriyor, demokratik ülkelerde gördüğü özgürlüğü, eşitliği, kendi geleceği ile ilgili karar verebilmeyi, insan onuruna yakışan bir yaşamı talep ediyor. Genç kesimler özellikle de genç kadınlar, dünyada demokratik ülke kadınlarının yaşamlarını görüyor, kendi ülkelerinde uygulanan kısıtlamaları, baskıları fark ediyor, bu baskılara direnmek, haklarını almak için sokağa çıkıp güvenlik güçleriyle çatışıyor. İranlı kadınların direnişi çağın imkânlarıyla ülke sınırlarını aşıyor ve internet sayesinde tüm dünyaya ulaşıyor ve uluslararası kamuoyunda yankı buluyor. 

 

“Jin Jiyan Azadî” ne anlama geliyor? 

 

Mahsa Amini’nin Kürt olması bu başkaldırının ve direnişin sloganı “Jin Jiyan Azadî” olarak ifade edilmesine neden oldu. “Kadın, Yaşam, Özgürlük, devrimin ufkunu belirlerdi.” İranlı kadınlar; “başörtüsü bizim başımıza değil boynumuza vurulan bir zincir, biz başörtüsünden değil bu zincirden kurtulmaya çalışıyoruz” diyorlar. Göz korkutmak için İran rejiminin verdiği idam kararları, hapse atma ve işkenceye karşı genç kadınlar İran’ın hapishane haline geldiğini o nedenle de hapse atılmaktan korkmadıklarını söylüyor, “Bizi artık cehennemle korkutamazsınız çünkü yaşantımızı cehenneme çevirdiniz, cehennem artık burada” diyerek İslam Cumhuriyeti rejiminin devrilmesini talep ediyor. 

Rejim en başından beri kendisine tehdit oluşturabilecek tüm yapıları yok etti, yaşam şansı vermedi. Bu kadar temkinli olmalarına karşın kadınların başlattığı bu isyanı önleyemiyor. Bu isyan sadece giyinme özgürlüğü için değil, kadınlar sokaklarda dans edebilmek, sevgilileriyle el ele yürüyebilmek, “Baraye” şarkısında söylendiği gibi köhnemiş beyinleri değiştirmek, özgürlük hayalleri için sokaklara çıkıyor, “Jin, Jiyan, Azadî” diyerek başörtülerini savuruyor.

 

Kadınların başlattığı bu eylemler bir dönüşümün habercisi. İran’da yeni bir mücadele formuna belki de yeni bir devrim formuna tanıklık ediyoruz. Kadınlar İran’ı değiştirecek. Rejim, ya daha sertleşecek binlerce kişi ölecek ya da geri adım atmak zorunda kalacak. İran İslam rejimi geri adım atmayacağını ve daha da sert müdahalelerde bulunabileceğini Kürdistan ve Belucistan bölgelerine ağır silahlarla halka ateş açarak gösterdi. Yüzlerce insan hayatını kaybetti. Binlerce insan gözaltına alındı, işkence gördü. Gözaltında yüzlerce kayıp insan var. Tutuklanan bazı isyancılara idam cezası verildi. Milletvekilleri, gözaltına alınan isyancıların idam edilmesi gerektiği yönünde bir bildiri yayınladı. 

İran İnsan Hakları Merkezi, İran ve Rojhilat’taki protestolarda üç ayda toplam 500’e yakın göstericinin katledildiğini, 18 binden fazla kişinin ise gözaltına alındığını açıkladı. Buna rağmen direniş sürüyor, eylemler devam ediyor. Halkın demokratik, özgürlükçü, laik bir yönetime kavuşma hayalini hiçbir güç engelleyemiyor. Molla rejimini istemeyen, başını kadınların ve gençlerin çektiği protesto eylemleri yeni bir değişim ve dönüşümün habercisi. Bu değişim bölgedeki hatta dünyadaki kadın özgürlük hareketini etkileyecek. Bu değişim sadece İran için değil dünya siyasi tarihinde, devrimler tarihinde de herkesin gözlemesi gereken yeni bir devrim formunu görmemize, tanıklık etmemize vesile oluyor. 

 

Tüm baskılara rağmen insanlar ölüyor ama vazgeçmiyor. Ölmekten korkmayan insanlar için öldürmenin çözüm olmadığını gören rejim ne yapacağını şaşırıyor, bocalıyor, İrşad Devriyesini, ahlak polisini çatışmalarda devreden çıkartmak zorunda kalıyor. Kadınları destekleyen geniş bir tabanı olması hatta dünya kamuoyunun bu isyanı desteklemesi rejimin elini zayıflatıyor. Rejimin bir şekilde dönüşmesi ve değişmesi gerekiyor çünkü kadınlar değişmiş ve dönüşmüş durumda. Rejim bu değişimi kabul etmezse toplumsal yapıdaki çatlak asla huzur vermeyecek. 

 

13 Eylül’den itibaren yüzlerce insan öldürüldü, gözaltına alındı, hapse atıldı. Ancak protestolar sürüyor. Kadınlar artık korku duvarını aşmış gözüküyor. Bu da bu isyanı bugüne kadar olanlardan çok farklı bir yere koyuyor ve İran için bir dönüm noktası olabileceğinin sinyallerini veriyor. İran’da radikal bir rejim değişikliğine neden olacak örgütlü yapılar olmadığından kısa sürede sonuç alınamayacak olsa bile kadınların ısrarı ve kararlığı, toplumsal güç dengelerini değiştirecek, uzun vadede sonuç getirecektir. 

 

İran’daki rüzgâr Arap Baharı’ndan farklı

 

İran İslam Cumhuriyeti yenildi, kadınlara yenildi, gençlere yenildi, bilişim çağının gücüne yenildi. İran gençliği yoksulluğun, siyasal, kültürel ve toplumsal baskının olmadığı, özgür, adil, insanca bir yaşam istiyor. İslam Cumhuriyeti yıkılmadıkça bu taleplerinin gerçekleşmeyeceğinin farkındalar. Başarısızlıkla sonuçlanan Arap Baharı’nın aksine, İran kadın hareketiyle başlayan isyanın devrim olduğunu ve başarabileceklerini İran Komünist-İşçi Partisi Merkez Komitesi üyesi Siyaveş Azeri şöyle değerlendiriyor: “Temel sorun devrimci hareketin ufkunu belirleyecek siyasi programın var olmasıdır. Arap devrimlerinde böyle bir ufkun olmayışı, bu ufka göre siyaset üreten, kitleleri yönlendiren ve onları devrimin tüm taleplerinin gerçekleşmesine kadar sokakta tutabilen siyasi program yokluğu söz konusuydu. Bu yüzden de devrimler, örneğin Mısır’da olduğu gibi, belirli duraklarda durdurulabildi ve bastırıldı. Bence sürmekte olan İran devrimini bu hareketlerden farklı kılan tam da böyle bir ufkun ve siyasi programın var olmasıdır.

 

İran’da yaşanacak bir değişim tüm Ortadoğu ve Arap Yarımadası’nı etkileyecek.

Siyasal İslam’ın devlet rejiminin yıkılması ya da zayıflaması siyasal İslam’ı ve İslamcı terörizmi de zayıflatacak. Arap Baharı’nın getiremediği rüzgârı İran kadınların hicaptan kurtulan saçları getirecek.