İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sanat ve Kültür Yönetimi, açıköğretimde ise Felsefe öğrencisi. Çocukluğundan bu yana, kendini belli dönemlerde belli sanatçılara beslediği büyük hayranlıklarıyla (hatta takıntıları da diyebiliriz) tanımlanıyor genelde. Sanat etkinliklerinin aranan buddy’si olmaktan gurur duyuyor. Olduramamışlıklarını oldurabilmişliklerine dönüştürmek için didinip duruyor. Mezun olunca çağdaş sanat ve küratörlük alanında uzmanlaşmak istiyor.

 

Türkiye güncel sanat ortamında son yıllarda popüler bir söylem hâkim: “genç sanatçı”. Yeni mezun veya sanat pratiğinin henüz başındaki sanatçılar “genç” sıfatıyla tanımlanıyor ve bu doğrultuda seçkiler, açık çağrılar, yarışmalar düzenleniyor; galeriler, birtakım müzeler ve koleksiyonerler genç sanatçıları keşfetmek için birbirleriyle yarışıyor. 2000’lerin başındaki güncel sanat ortamında sanatçı inisiyatiflerinin edindiği bu misyonu, halihazırda kurumlar ve büyük sanat organizasyonları üstlenmiş durumda. Güncel sanat çevrelerindeki mevcut sirkülasyonda genç olarak tanımlanan yetenekler, ürünlerini izleyici, galeri, koleksiyoner ve küratörlerle buluşturmaya çalıştıkları bir rekabet alanının içinde buluyorlar kendilerini.

Yönetsel mekanizmanın  işleyebilmesi, müze, galeri ve küratörden oluşan üç ayağın da var olabilmesi için sanatsal üretimde düzenlilik ve süreklilik olması bekleniyor. Değer zincirinde kilit noktaya sahip sanatsal üretimin ritimsel aksamaya uğramaması için sanatçı teşvik ve misafir programları düzenleniyor; oluşturulan sergiler, açık çağrılar, yarışmalar ve seçkilerle sanatçıların sektöre katılımı destekleniyor. Bu tip organizasyonların kariyerinin başındaki sanatçıları yeşerttiği, üretimleri ve görünürlüklerinde bir katalizör etkisi yaratarak maddi-manevi kazanç sağladığı, dolaşımdaki sanatsal ifade ve faaliyetlere ivme kazandırdığı bir gerçek olmakla beraber, ülkemizde devlet desteğinin eksikliği ve doğrudan sanatsal ifadeye yönelik baskıcı tutum, bu teşvik edici ve destekleyici programların yalnızca özel oluşumlar tarafından hayata geçirilmesini zorunlu kılıyor. Bu özelleşme, birtakım problemleri de beraberinde getirerek hiyerarşik bir yapılanmanın oluşmasına sebebiyet veriyor. Doğrudan ve dolaysız olarak sanatçının kendini aşağı konumda bulduğu bu tahakküm düzeninde, “üretim olmadan yönetim olamayacağı” argümanının yerini “yönetim olmadan üretim olamayacağı” argümanı alıyor. Çoğu (genç) sanatçı, sanatçı kimliğini kanıtlamak için, bu büyük çaplı sanat organizasyonlarına seçilmeyi, bir galerici tarafından keşfedilerek temsil edilmeyi veya bir küratörün listesine eklenerek sergilerde isminin yer almasını bekliyor.

Sanatçı ve izleyici arasında araçsal kimliğe sahip olması beklenen sanat yöneticileri ise sanatçı üzerindeki tahakkümün meşrulaştırıldığı sistem içinde, bu kimliklerinden sıyrılarak yönetimi bir amaç olarak kullanmaya başlıyor. Üretilen işi yürütmekten öte, işin varlığına egemen olarak ve tıpkı bir yıldız gibi belirerek sanatçının önüne geçiyor. Öyle ki mevcut hiyerarşik düzende tarih, Avrupalı küratörlerin kendilerini sanatçı olarak ilan ettiklerini[1] veya İsviçreli bir küratörün düzenlediği bir sergi ile kendisini doğrudan sanatçının önünde konumlandırdığını[2] yazıyor.

Yalnızca Türkiye özelinde alamayacağımız bu problematiğin çözümü, sanat yöneticileri ve sanatçılar arasındaki diyalog ve etkileşimin artırılmasını gerektiriyor. Sanat yöneticisinin nihai amacının sanatçıyı gerçekten desteklemek mi, yoksa sanatçı üzerinden prim yaparak kendi politikasını empoze ettiği bir destek mekanizması geliştirmek mi olduğu sorusu daha sağlıklı bir iletişim ortamı yaratmak adına bu diyalektiğin ana konusu olarak tartışılabilir. Sanatın yönetiminin, “ticaret olarak sanat” değil de, -en azından-  “sanat ve ticaret” olarak benimsendiği bir artokratik  düzen temelinde ele alınması, sanatçıyı, özellikle de genç sıfatıyla tanımlanan sanatçıyı, özünde piyasa ve sömürü malzemesi olarak görmemekten geçiyor.

Öte yandan sanatsal pratiğinin başında ya da yaşça genç olsun olmasın, düşünsel faaliyetini sanatsal biçimde ortaya koyarak bunun üzerinden maddi gelir elde eden kimi bireyler, “sanatçı” olarak görülmek ve nitelendirilmekten pek hoşnut olmayabiliyor. Sanatçı olmanın, özellikle genç sanatçı olarak bir kimlik inşa etmenin böylesine zorluklarla mücadele etmek demek olduğu Türkiye sanat çevresinde, bu uğraşın içinde olup tersi bir tutum sergilemenin, bir tevazu örneği değil, sektörün tahakkümünü sindirmek demek olduğu kanısındayım. Postmodernizmin etkisiyle sanatın kutsiyetini reddettiğimiz, sanatçı olmanın “büyü”sünü yitirdiği ve herhangi bir meslek gibi getirileri ve götürüleri olduğunu kabul ettiğimiz bu çağda, sanatçı statükosunun üzerinde durmak, içselleştirilmiş kalıpların radikal yıkımı açısından önemli bir söylem olarak belirebilir/tartışılabilir.

[1] Bkz. Vidokle, Anton. Art Without Artists?. Mayıs, 2010. e-flux. Art Without Artists? – Journal #16 May 2010 – e-flux

[2] Bkz. Yıldız, Mithat. Sanatçıların Küratörlere Karşı Hak Arayışı. Nisan, 2015. e-skop. / Sanatçı Hakkı / Sanatçıların Küratörlere Karşı Hak Arayışı | E-Dergi, Sanat Tarihi (e-skop.com)