Nazire Akbulut, lisans ve yüksek lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Alman Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda tamamladı. Doktorasını ise Freie Universität Berlin’de, “1970-1990 Yıllarında Yayınlanan Çağdaş Alman Edebiyatında Türk İmgesi” başlıklı teziyle Germanistik alanında tamamlayarak doktor unvanı aldı.

Akademik kariyerine 1987 yılında başladığı Çukurova Üniversitesi'nde uzun yıllar görev yaptı ve 2003 yılında profesör unvanını aldı. On yıl Gazi Üniversitesi'nde görev yaptıktan sonra emekli oldu. 2010-2020 yılları arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi başta olmak üzere çeşitli üniversitelerde misafir öğretim üyesi olarak dersler verdi.

Yurt dışı akademik iş birliklerine önem veren Akbulut, Johannes Gutenberg Üniversitesi (Almanya) ve Nowy Sacz (Polonya) gibi kurumlarda Erasmus Programı kapsamında seminerler verdi. Farklı dönemlerde çeşitli burs programları aracılığıyla yurt dışında araştırmalar yaptı; çok sayıda uluslararası kongre ve sempozyumda bildiriler sundu.

Birçok mesleki derneğe üye olan Akbulut, edebiyat eleştirilerini çeşitli yayın organlarında paylaşmakta, aynı zamanda nazireakbulut.com adresindeki kişisel web sitesinde düzenli olarak yazılar yayımlamaktadır.

Afgan kökenli, 1965 Kâbil doğumlu Amerikalı yazar Khalid Hosseini eğitim durumu yüksek, gelir durumu iyi bir ailenin ilk çocuğudur. Sovyetlerin Afganistan’a müdahalesi sırasında Paris’teki diplomat görevinde olan baba, ülkesine dönmeyip öğretmen eşi ve çocukları ile birlikte bir yıl sonra Amerika Birleşik Devletleri’ne iltica eder. Göçmen ülkede ailenin toplumsal statüsü olumsuz etkilenir. Khalid Hosseini ise bir taraftan çok kültürlü ve çok dilli bir süreçten geçerken diğer taraftan farklı ekonomik düzeylerde yaşamla tanışır.

Göç Değil, Göçmen Edebiyatı

Yazı, Khalid Hosseini’nin 2013 yılında İngilizce And the Mountains Echoed adıyla yayınlanan Türkçeye Ve Dağlar Yankılandı olarak çevrilen eserde, göç edilen ülkedeki ikinci kuşağın sosyalizasyonuna odaklanıyor. Yazar farklı coğrafyaları olay örgüsünün geçtiği ülkeler olarak kurgulularken okuru, değişik mesleklerden, farklı kültürlerden insanların dayanışmasına ve çelişkilerine de tanık ediyor. Hosseini romanında; siyasi eleştiriyi, bölgesel savaş zenginleri üzerinden işlerken kitlesel göç olgusunu da, bireysel eyleme indirgiyor.

Aynı zamanda doktor olan Hosseini’nin eseri dokuz bölüm üzerine kurulu. En az dokuz farklı bakış açısından anlatılan ve pek çoğunun yolu birbiriyle kesişen romanda, çok ilginç iki cerrahi vaka da romanı tamamlamakta. Elinizdeki inceleme yazısı ise ikinci kuşak göçmen gençlerin kimlik edinimlerinde etkili olan kültürel değerlere odaklanıp adları aynı (Peri) fakat yaşamları farklı ülkelerde şekillenen iki kadın karakterin yetiştirilme biçimleri, kimlik ve bellek edinimlerini büyüteç altına alıyor.

Zorunlu Göçün iki Peri’si

Roman, eşinin vefatından sonra ikinci kez evlenen Sabır adlı babanın üç yaşındaki kızı Peri’yi evlatlık vermek üzere oğlu Abdullah’ı da alarak kente yolculuğu ile başlıyor. Bu ayrılıktan sonra iki kardeş elli sekiz yıl boyunca buluşamıyor. Peri’ye, abisiyle yaşadığı bu üç yıl içinde biriktirdiği anı kırıntıları önce Kabil’de evlatlık verildiği varlıklı Wahdati ailesinde bilinçli bir çaba ile unutturulur. Kendisi de Fransız annesinden ötürü melez olan Maman Nila ve Papa Süleyman evliliklerini yürütemeyince Nila, Peri’yi alarak Paris’e yerleşir. Bundan sonraki yaşantısında Peri’nin Afganistan ile ilgili anıları tamamen silinir.

Kardeşinden zorla koparılan on yaşındaki Abdullah’ın, ayrıntıları ifade edilmese de mülteci kampları üzerinden Amerika’ya iltica ettiğini ve bu adımlı göç sürecinde tanıştığı Afganlı Sultana ile evlenip vatandaşlığını aldığı hedef ülkeye yerleştiğini öğreniyoruz. Son yıllarını demans hastalığı ile geçiren Abdullah’ın yaşantısını ve vefatını kızı Peri’nin anlatımlarından öğreniyoruz. Abdullah’ın Amerika’da doğup büyüyen biricik evladı Peri, yaşamında Afgan kültürünün baskın olmasından yakınıyor. Babasının fanatikçe anlatımlarından ötürü de, hiç tanımadığı halası Peri ile kendini özdeşleştiriyor. Babası ölmeden önce halası Peri’yi bulan genç kadın, iki kardeşi buluşturuyor. Babasının vefatından sonra, eşyalar arasında bulduğu teneke kutuyu Fransa’ya götüren yeğen Peri, hala Peri’nin bazı anı kırıntılarının yerine oturmasına yardımcı oluyor.

Yazar Khaled Hosseini okuru, iki farklı toplumsallaşma sürecine tanık ediyor: İkinci kuşak göçmen gençleri temsil eden ve toplumsal hafızadan yoksun hala Peri ile kültürel söylemle büyüyen yeğen Peri; bir de bu sürecin yarattığı sorunlar, tabi ki ortaya çıkan kişilikler.

Bireysel Bellek Toplumsal Bellekle Bütünleşir

Peri hala romanda, aidiyet duygusu ile olmasa da anılarıyla bağlı olduğu coğrafyayı ve toplumu terk eden veya etmek zorunda kalan karakterlerden biridir. Peri’yi eksen karakter yapan, roman örgüsünden pek çok kişinin yolunun gelip düğümlendiği kişi olmasıdır. Yetim Peri, sefalet çekmesin ve üvey anne elinde hırpalanmasın diye zengin aileye evlatlık veriliyor. Sevdiklerinden zorla koparılması bir çocuk için en büyük travma olsa da yeni yaşamı, ayrılık acısını çabuk unutturuyor: İki yıl boyunca sevgiyle sarmalanıyor, temel gereksinimleri en iyi şekilde karşılanıyor, sanatla buluşturuluyor ve yabancı dil olarak Fransızca öğreniyor.

Sonra Maman Nila Wahdeti; beş-altı yaşındaki Peri ile Paris’e yerleşiyor. Bir yetişkin eşliğinde, yasal yollardan, sorunsuz olduğunu düşündüğümüz bir yolculuktan sonra vardıkları ülkenin dilini biliyor ve ekonomik sorun yaşamıyor. Yetişmekte olan göçmen genç kızın yaşamında, görünürde artıları eksilerini dengeliyor. Peri için asıl sorun, bazı çağrışımlarla anıları arasında bağlantı kuramaması. Sıfır-üç yaş anılarında kalan köpek, ağaç ve renk imgesi zeminden yoksun:

Peri’nin annesinden asıl istediği şey, bütün bu kopuk, bağlantısız anı parçacıklarını birleştirip yapıştırması, onları bir tür kesintisiz anlatıya dönüştürmesiydi. Ama Maman […]. Peri’yi ortak geçmişlerinden uzak tutardı (Hosseini 2013: 216).”

Melez anne Nila, Afgan kültürünü reddetmesi nedeniyle kızı Peri tam bir asimilasyon sürecinden geçiyor. Konuştuğu ‘dil’ dahil toplumsal hafızadan ve o güne kadar içinde kimlik bulduğu değerler bütününden bağı tamamen kopuyor. Dilin, kültür aktarımında ve söylem geliştirmedeki önemi tartışılmaz bir gerçektir, çünkü “dil, grup oluşturmanın en asıl aracıdır” (Assmann 2015: 148). Abdullah’ın ana dili öğrenmenin önemini kızı Peri’ye halk bilgeliğinde ifade ettiği gibi:

Kültür bir evse, dil de ön kapının ve içerideki bütün odaların anahtarıdır, dedi. Onsuz […] meşru bir kimlikten yoksun kalırsın (Hosseini 2013: 365).”

Çocuğun yaşadığı göçle birlikte mekân ve insan bağı koparıldığı, karşılaştırmalı kültür ve edebiyat bilimci Homi K. Bhabha’nın teziyle, içinde yaşadığı söylemle de ilişkisi kalmayınca bireysel bellekte yaşanmışlıklar tazeliğini kaybeder veya kaybolur. Sosyolojinin tanımıyla çocuk, göçün zorunlu kıldığı yeni toplumsallaştırma sürecinde o güne kadar bağlantıda olduğu çevreden de söylemden de yoksun kalır. Jan Assmann, Maurice Halbwachs’a dayanarak dile getirdiği gibi: “[…] bellek ve hatırlamanın öznesi her zaman tek tek bireylerdir, ama onlar, anılarını kurgulayan ‘çevreye’ bağımlıdırlar (2015: 45).” Paris’te ‘çevre’ yoksunluğu Peri’yi, anılarını konumlandıracak mekândan yoksun bırakır. Çocuğun yaşı, anılarını canlı tutacak sözel desteğin yoksunluğu, bireyin kolektif bellekle olan bağını kopartır; bireysel belleği de güvensiz kılar. Hosseini’nin eserinde mükemmel Fransızca konuşan Peri karakteri, Afgan asıllı olduğunu bilerek Fransız toplumuna adapte olur; fakat yeğenine anlattığı gibi, yoksunluk duygusundan kurtulamaz:

“‘Sen bir varoluş hissettiğini söylüyorsun, bense hep bir yokluk duyumsadım. Kaynağı olmayan muğlak bir sızı. Doktora neresinin ağrıdığını gösteremeyen, ancak canı acıyan bir hasta gibiydim (Hosseini 2013: 396).”

Peri bu olumsuz çemberden kendini bir ölçüde, göç ettiği toplumun kültürel değerleri ile oluşturduğu bağla ile kurtarıyor.

Kültürel Aidiyeti Sağlayan ‘Söylem’

Bütün roman boyunca izini kaybettiğimiz Abdullah son bölümde, kaybolmuşluğun simgesi sayılabilecek bir hastalıkla, demans hastası olarak Kuzey Kaliforniya’daki ikameti ile yirmi sekiz yaşındaki kızı Peri’nin anlatımı aracılığıyla roman örgüsüne dahil oluyor. İkinci kuşağı temsil eden Abdullah’ın kızı Peri, ev sahibi ülke kültüründen çok Afgan kültürü ile büyümüş ikinci kuşak göçmenlerin tipik temsilcisi olarak karşımıza çıkıyor. Müslüman geleneklerine göre büyütülen melez Peri; halası Peri’yi hava alanından karşılayıp eve yol alırken düşünceleriyle de geçmiş yaşantısına yolculuk yapıyor. Romana hâkim olan çağrışımlara dayalı anlatım tekniği ile bu son bölümde yeğen Peri’nin hayatındaki artıları ve eksileri, kendini Amerikalı yaşıtlarıyla ve halası Peri’nin hayatı ile karşılaştırdığında netleşiyor.

Abdullah hayata tutunmayı, bildiklerini paylaşmayla eş tutuyor; böylelikle adını koymadan kolektif belleğin bir alt dalı olan iletişimsel belleğe hizmet ediyor. Hosseini’nin romanında; baba kız iletişiminde kolektif belleği destekleyen kurumsal belleğin, sosyal çevre ile birlikte devreye girdiğini görüyoruz. Bunlar, Farsça dil kursları, Kuran kursları ve Afgan topluluktur. Ayrıca kültürel belleğin ögeleri olan ve nesiller boyunca zenginleştirilen sözlü edebiyatın ürünleri, kaynağından binlerce kilometre uzaktaki küçük kolonideki gençlerin eğitiminde etkili oluyor.

Kültürel mirasla birlikte bireysel sorunlar da aktarılıyor. Kardeşinden ayrılmak zorunda kalmanın yarattığı travma kaynaklı “terk edilmekten ödü kopa[n]” Abdullah (Hosseini 2013: 380), istemeden kızı Peri’nin psikolojisini bozuyor. Yeğen Peri, yaşadıklarını halasına anlatırken durumunun ‘kişilik bölünmesi’ olduğundan habersizdir:

Baba’nın kız kardeşi Peri benden başka hiç kimseye görünmüyordu. O benim kız kardeşim, ebeveynimin bana vermesini çok istediğim ikizimdi. Sabahları aynada onu görüyordum, yan yana dişlerimizi fırçalıyorduk (Hosseini 2013: 349).”

Amerika’da Afgan kültürü ile yetişen genç kadın, ortak kültürü paylaştığı ailesi ve göçmen azınlık içinde yalnızlığı hissediyor. Çünkü her iki kültürde de tam evinde değil. Okur; Peri’nin Farsça öğrenmesinin özel nedenini de romanın ilerleyen sayfalarında öğreniyor: Abdullah’ın, demans tanısı konulduktan hemen sonra, kız kardeşi Peri’ye bırakılmak üzere Farsça yazdığı kısa bir notun içeriğini İngilizceye çevirme görevi yeğen Peri’ye düşer. Parisli Peri için bu, bir boşluğun doldurulmasıdır:

“‘Sen bir varoluş hissettiğini söylüyorsun, bense hep bir yokluk duyumsadım. Kaynağı olmayan muğlak bir sızı. Doktora neresinin ağrıdığını gösteremeyen, ancak canı acıyan bir hasta gibiydim (Hosseini 2013: 396).”

Söylemden yoksun ikinci kuşak göçmen gençlerin çocukluk anılarını anımsamaları için, bir uyarıcıdan çok çocuğun kültürle bağının koptuğu yaşa ve anıları taze tutacak başka bireysel belleklerin olup olmadığına bakmalı. Unutmak ve hatırlamak olgularını sorgulayan Aleida Assmann, unutmanın “sessizce, gösterişsiz, normal” gerçekleştiğini; hatırlamanın ise zor olduğunu, “zamana karşı koyma ve bir karşı duruş” olduğunu ifade eder (bkz. Assmann 2013; çev. NA).

Çıkarım

Khaled Hosseini’nin Ve Dağlar Yankılandı adlı romanında; iç ve dış göç deneyimlemiş hala Peri karakterini betimleyen satırlar onun toplumda azınlık duygusu, kimlik çatışması ve aidiyet sorunu yaşamadığını anlatıyor. Ancak duygusal yoksunluğu sürekli vurgulanıyor.

Yeğen Peri ise sevgi ile de büyüse ve kendisi doğrudan göç deneyimlemese de, ailesinin beklentileri, özel hayattaki söylem ile toplumsal söylemin örtüşmemesi sonucu aidiyet sorunu yaşayan genç bir kadın olarak işleniyor. İki farklı yetiştirme tarzından ve Freudcu tanımla, “bireysel arzularını (id)” ön plana çıkaran ile “toplumun/babanın isteklerini” ölçü alan süper egonun belirleyici olduğu iki farklı karakter nihayetinde, kaybolmuşluklarını birbirini bularak gideriyorlar.

Kaynakça

Assmann, Aleida (2013). “Die Omnipräsenz der Vergangenheit im menschlichen Gedächtnis”, Total Recall – Symposium, https://www.youtube.com/watch?v=Y5mqR2A5Gss, [Erişim tarihi: 08.12.2017]

Assmann, Jan (2015). Kültürel Bellek. Eski Yüksek Kültürlerde Yazı. Hatırlama ve Politik Kimlik, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Hosseini, Khaled (2013). Ve Dağlar Yankılandı, İngilizceden Çeviren Püren Özgören, İstanbul: Everest Yayınları.

 

 1- Üzerinde çalışılarak ve kısaltılarak burada yayınlanan yazının orijinal metni için bkz.: Nazire Akbulut, “Göçmenlerin Yetiştirdiği Hybrid Gençler: İki Kültür İki Model”, Edebiyatta Kadın ve Göç, Editörler: Ayten Er/Nazire Akbulut/Yavuz Çelik, Bilgin Yayınevi: 2017, s. 24-45.