1966 yılında İstanbul'da doğdu. Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi'nde aynı bölümde başladığı yüksek lisans eğitimini tez aşamasında bıraktı ve yirmi altı yıl sürecek iş hayatına geçti. Şimdilerde fotoğraf çekmek, öykü okumak ve yazmak, film izlemek ve filmler üzerine yazmakla uğraşıyor. Aşk Ağustosta Güzeldi isimli ilk kitabı 2020 yılında yayınlandı. İFSAK üyesi, ifsakblog, perasinema ve Mikroscope'ta yazıyor.

Geçen hafta Selanik’teydim. İlkokulda bale eğitimiyle başlayan hareket alışkanlığım sporun çeşitli dallarındaki çalışmalarımdan sonra haftada iki gün spor hocamla devam ediyor. Geçen hafta Selanik’teyken bir şey fark ettim. Spora gittiğim gün geldiğinde ben yerimde duramıyordum. Aslında çevrimiçi de çalışabilirdik, ne de olsa pandemi döneminde hep öyle çalışmıştık, fakat ben kendimi buna göre programlayamadım. Yapmadık mı? Daha önce gene bir seyahatim nedeniyle uzaktan çalışmıştık. Küçücük bir otel odasında mat niyetine kullandığım sedir minderiyle, dambıl niyetine kullandığım su şişeleriyle çalışmışlığım da var. Yani sizin anlayacağınız ben günlerini bir çeşit kış uykusunda geçirenlerden değilim. Ya da şöyle söyleyeyim, şehir içinde oradan oraya koşturan ama aslında bedenini uyku modunda taşıyanlardan değilim. Benim bedenim beni taşıyor diyebilirim. Bazen benim de bağımlılığım harekete diye düşünüyorum. Spor hocam da yerinde duramayan kıpır kıpır birisi olunca hareket etmek benim için oldukça zevkli bir hal alıyor. Bu konuda birazcık hocamla konuşmak istedim. Dedim ki, “Ayşegül Hocam (Ayşegül Demirsoy) nedir bu hareket bağımlılığı?”

Dedi ki: “Aslında hareket etmek eşittir sağlıklı yaşamak. Hareket etmek deyince her gün spor yapmak geliyor insanların aklına, ama online yerine markete alışverişe kendin gitmek, asansör kullanmak yerine merdiven çıkmak ya da bir duraktan önce inip eve yürümek de hareket etmeye dahildir. İnsanoğlu hareket etmek için yaratıldı, eski zamanlarda avını bulmak karnını doyurmak, barınmak için koşup hareket ederken şimdi teknolojiye yenik düşüyor  ve inan bana hareketsizlik yüzünden önce mutsuz sonra hasta oluyor. “

Dedim, doğru söylüyorsun hocam. Ben spor yaptığım günler daha neşeli, mutlu oluyorum, yaşama olumlu bakıyorum. Ve hocam ekledi: -Hareket ettiğimizde vücudumuzda salgılanan hormonları bir düşünsene… Serotonin, endorfin, hormonlarını salgılayamadığı için, hareket etmedikleri için bu çağın insanları genelde mutsuzlar. Hareket etmeyince eklemler köreliyor, kas ve kemik erimesi başlıyor, ağrılar genç yaşlı demeden hayatımıza giriyor. Yani inan bana kış, yaz demeden hareket etmek hem bedenine hem ruhuna şifa,  keyif ve enerji veriyor.

Bedenimizi uyanık tutuyoruz yani. Düzenli yapılan sporda bir de işin disiplinli olmak yanı var. Bu noktada yazar Haruki Murakami’yle de tanışıp, konuşmayı ne kadar çok isterdim. Kitaplarını severek okuyorum o ayrı ama bir de kafamızı yoran konuların benzerliğine ne demeli! Geçen yıl babamla ve onun babasıyla ilgili fotoğraf+yazı çalışması yapıyordum. “Eğer”le başlayan cümlelerim vardı. Günlük yürüyüş pratiğimi yaparken kafamda da bu projeyle ilgili neyi “nasıl yaparım”larla uğraşıyordum. Remzi Kitabevi’nin vitrinine gözüm takıldı. Şu kırk dakikalık yürüyüşümü yapayım, dönüşte bakacağım dedim ve ne göreyim Haruki Murakami’nin Bir Kediyi Terk Etmek, Babam Hakkında diye bir kitabı çıkmış. Allah allah kedi neyse de babam hakkında mı? Tam ben de babam hakkında düşünürken… Tam da onunla ilgili eğer’le başlayan cümlelerim varken çıktı bu kitap karşıma. “Eğer babam terhis edilmese ve Filipin ya da Burma’daki savaşa gönderilseydi…Eğer müzik öğretmeni olan annemin nişanlısı savaşta ölmeseydi…Bunları düşünmek bende tuhaf bir his uyandırıyor. Eğer bunlardan biri olsaydı, ben dünyada olmayacaktım çünkü.” Haruki Murakami’nin babasıyla ilgili eğer’leri böyle, benimkilerse daha başka.  

Haruki Murakami’yle bu ilk denk düşmemiz değil. Koşmasaydım Yazamazdım var bir de. Bar işletmecisiyken nasıl yazar olmaya karar verdiğini, koşmaya başladıktan sonra hayatının nasıl değiştiğini anlattığı kitabı. Kitap 2007’de çıkıyor. Bendeki 2017 Şubat ayında Doğan Kitap’tan çıkan 11.baskı. Benim elime geçmesi 2017 Eylül. Bu hayatta hiçbir şey tesadüf değil mi ne! O, bu kitapta yıllardır yaptığı işi bırakıp, roman yazarlığına geçişini anlatıyor ve ben de kitabı yıllardır yaptığım işi bıraktığım tarihte okuyorum. Haruki Murakami de kitabın ikinci bölümü olan “Koşan Roman Yazarı Nasıl Olunur?”da kendi hayatındaki değişimi anlatıyor. Profesyonel yazarlığa geçişini ve kendisi için en uygun olan sporu bulduktan sonra günlük rutininin nasıl düzene girdiğini söylüyor. Bar işletmeciliğini bıraktıktan sonra sade ve kurallı bir yaşama başlıyor. Bir gün içinde en verimli olduğu saati bulduktan sonrası zaten kendiliğinden geliyor. Haruki Murakami, bu kitabında yazmak ve spor eylemlerinin ortak noktasını o kadar güzel açıklıyor ki… 81.sayfayı açıp, ona kulak verelim. Roman yazarı için odaklanma ve sürdürebilme gücünün ne kadar önemli olduğundan bahsettikten sonra, “ne mutlu ki dehadan farklı olarak antrenman yoluyla sonradan edinilebilir ve nitelikleri yükseltilebilir,” diyor. Bunu da kitabın önceki sayfalarında anlattığı kasların eğitilmesi işlemine benzetiyor. Her gün odaklanarak, yazma eylemine devam etmek, bunun belleğe iyice yerleşmesine olanak sağlar. Bu da düzenli devam eden sporun kasları güçlendirmesi, vücut yapısını değiştirmesi gibidir. “Uyarır, sürekliliği sağlarsınız, tabii sabırla,” diye de eklemeyi unutmuyor.