Dünya dönerken sabit kalan bir şey varsa, o da boşluğa asla tahammül edemeyen biricik midemiz galiba. Halbuki ruhla zihnin açlıkları bambaşka. Her yeni bilgi, damağımıza dokunan taze tatlara benzer; kimi zaman tanıdık, bazen yabancı ama daima yeni kapılar aralayan, ufuk açıcı. Sonsuz öğrencilik, bu lezzet yolculuğunun açık büfe hali. Her kavram bir meze, her teori bir ana yemek, her yanılgı ise tatlı niyetine.
Bilginin anlık tüketildiğini iddia eden çağın aksine, hâlâ yavaş öğrenmeye, zihni ağır ateşte marine etmeye inananlardanız. Zira bazı ayrıntılar yalnızca akılla değil, sezgiyle, hatta yüzdeki kırışıklıklarla anlam kazanır. Zamanla lokmaların ağır ağır çiğnenmesi gerektiğini fark edenlerdeniz. Mutlaka benim gibi düşünenler vardır diye “biz” diyorum. Yetişkin beyni pek çok şeyi çocuğunki gibi öğrenebilir elbette ama bunun için genellikle sert kahveye, sessiz bir odaya ve kapıya asılmış “rahatsız etmeyin, öğreniyorum” tabelasına gereksinim duyabilir. Zihnimiz her an yeni bir tarifle tanışabilir.
Nöroplastisite, beynin değişmeye ve gelişmeye devam edebildiğini gösterdi. İnsan yalnızca yeni sayılarla tanışmaz; her rakamla düşüncesine yeni boyutlar ekler. Belki salsaya ya da valse başlayabilir, raflar dolusu kitap yazabilir, ressam olabilir, piyano çalmayı öğrenebilir; fizikle, tarihle, edebiyatla ilgilenebilir. “Benden geçti, beynim yaşlandı” demek artık geçerli bir mazeret değil. Sünger gibi çekemeyebiliriz ama amaç duygusuyla konular arasındaki bağlantıları çözdüğümüzde pek güzel öğrenebiliriz. Hipokampüs homurdanabilir, nöronlar bakışıp “Yine başka bir uğraş mı buldu yoksa?” diye birbirlerine sorabilirler. Ama kanımca bizi yarı yolda bırakmazlar. Hatta bırakmayacaklarına eminim diyebilirim.
İnternet yokken yalnızlık başka türlüydü. Sessizliğin içindeki uğultularla arkadaş olur, ansiklopedilerin tozlu ciltlerinde saklanırdık. Bir konuyu öğrenmek, kervanın yolculuğu gibiydi; adım adım, sabırla ilerler, bazen yanlış sokaklarda kaybolurduk. Kütüphaneler kutsaldı; bilgiyi aramak insanüstü çaba gerektirirdi. Bir satır için saatler harcanır, sayfalarca kitap taranırdı. Öğrencilik zahmetti. Sırt çantamızda sanki koca bir dünya taşırdık.
Bilgi uzaktı ama belki de bu yüzden daha kıymetliydi. Uzun yürüyüşlerle varılan dağ köyleri gibiydi; uğruna ter dökülürdü. Ve evet, zihnimizde yalnızdık. Ama belki de bu yalnızlık, dolu dolu düşünmenin ön koşuluydu.
Mutfakla aram iyi değildir. Yemekle aram fena değil ama hazırlamakla başım dertte denebilir. Yine de yiyecekle ilgili metaforlar hoşuma gider.
Öğrenmekle ilgili, zihne dair kendimce bir liste yapabildim.
- Deneyimle Tuzlama
Okuyarak ve yaşayarak öğreniyoruz. Öğrenmek; hissederek, dokunarak, deneme-yanılmayla gerçekleşir. Deneyimle tuzlamak, bilgiyi kalıcı kılan en derin öğrenme biçimidir. Deneyimle sabittir. - Sezgiyle Terbiye
Öğrenme, yalnızca zihinsel bir faaliyet değil; sezgilerin de dâhil olduğu bütüncül bir süreçtir. Sokratik sorgulamayla farkındalık temelli pratikler arasında kurulan bağ, öğrenmenin içsel duyumla da şekillendiğini gösterir. Terbiye zihinde başlar, sezgiyle derinleşir. - Düşünsel Sos (Tatlı ekşi olabilir)
Bazı fikirler gece dolapta beklemelidir; tekrar gözden geçirmek önemlidir. Zihin sabah tazelenmiş düşüncelerle uyanır. Üstelik böylesi pek verimli olabilir. Türk mutfağında tatlı sos pek yoktur. Biz tatlıyı doğrudan mideye indirir, üstüne sos dökmek yerine şerbetle yıkarız. Öğrenmek de biraz böyledir. Bilgiyi tıpkı baklavanın şerbeti gibi içine çekmek muhteşemdir. - Tartışmayla Kavurma
Bir fikrin dışı çıtır, içi yumuşak olsun istiyorsak onu önce eleştiriye bulamak gerekebilir. Her karşı argüman, fikrin lezzetini artırır. Diyalektik budur zaten. Teori kavrulmadan ağızda dağılmaz; zira gerçek düşünce çelişkiyle pişer. - Bilinçdışı Mayalanma
Rüyada çözülmüş formüllerle, duşta gelen aydınlanmalar gerçektir. Epifaniye kim hayır diyebilir? Su uyur, bilgi uyumaz. “Hiçbir şey yapmıyorum” dediğimiz anlar, zihnin arı gibi çalıştığı zamanlar olabilir. Mayalanma, dinginlik ister. - Merak Karabiberi
Sonsuz öğrenciliğin olmazsa olmazı meraktır. Merak, öğrenmenin ateşini harlayan karabiber gibidir; azıcık serpilince bilgiye başka tür bir canlılık katar. Merak olmadan öğrenme ruhsuzlaşır. Hayat boyu öğrenenler, karabiberi öğünlerinden eksik etmezler. - İroni Pul Biberi
Gerçek öğrenci bilgiyi aşırı ciddiye almaz. Öğrenirken içine serpiştirilen ve dilinin ucunu yakan pul biber gibidir. Hipotez çürütülebilir, dün yepyeni olan bugün eskiyebilir, bilgi tedavülden kalkabilir. Ömürlük öğrenci bu gerçeği unutmaz. - Paradoks Zerdeçalı
Öğrenme bazen paradokslarla doludur. Bir şey hem doğru hem yanlış olabilir. Tıpkı zerdeçalla pişen yemekler gibi paradokslar da bazen rahatsız edici ama bir o kadar da faydalıdır. Onlarla barışık olmak, öğrenme sürecindeki belirsizlikleri ve çelişkileri kabullenmek demektir. Bu da derinleşmeye, farklı bakış açılarını keşfetmeye olanak sağlar. Zerdeçallı tavuklu pilav, her kaşıkta önce hafif acı baharatlı bir şaşkınlık bırakır, sonra özgün lezzetini cömertçe sunar. - Kaynakça Tarçını
Bilgi, geldiği kaynağın kokusuyla, kalitesiyle anlam kazanır. Gerçek sonrası bir dönemde yaşıyoruz. Bilgi sandığımız şey gerçek olmayabilir, bizi yanıltabilir. Güvenilir kaynakça, öğrenmenin temel baharatıdır; bilgiye tarçın tadında derinlik katar, doğru kaynaktan süzüldüğünde sadece aklı değil, kalbi de doyurur. - Unutma Kimyonu
Unutmak, öğrenmenin doğal parçasıdır. Kimyon gibi yokluğu hissedilebilir; kimi zaman varlığı belirgindir. Tek başına silikleşir ama dilden dile, yürekten yüreğe aktığında kalıcı izler bırakır.
Duygularımıza mı güveneceğiz, aklımıza mı, yoksa arama motorlarına, yapay zekâ asistanlarına mı? Sabah yatakta Descartes’e öykünür, “Acaba gerçekten var mıyım?” diye düşünürken; öbür yandan Hume gibi her şeyin alışkanlığa dönüştüğünü, mesela çaydanlıktaki su kaynadığında şaşırmadığımızı anımsarken rahatlarız. İçimizdeki Kant “Sakin ol, bize hem akıl hem deneyim lazım” diyerek ortalığı yatıştırmaya çalışır. Bu arada şüpheciler köşede sırıtır: “İstediğiniz kadar tartışın, hâlâ hiçbir şey bilmiyoruz dostlar.”
Bilgiye ulaşmaya çalışırken, zihnimizdeki filozoflarla boğuştuğumuz bu baharatlı serüvenlere atılmaya devam ederiz. Bence serüvenlerin en güzeli, en anlamlısıdır bu. İnsanı asla pişman etmez. Mide acıktığında guruldayarak haber verir ama beyin boş olduğunda sizi uyarmaz, der bir Afrika atasözü. Çünkü aç bir mideyi doyurmak mümkündür, ama boş bir beyni doldurmak zamanla ve hikmetle olur.