Piyanist. Türkiye’deki lisans eğitiminden sonra İngiltere ve Fransa’da lisansüstü eğitimlerini tamamladı. Birçok yarışmada derecesi olan sanatçının, üç albüm çalışması bulunmakta ve ulusal/uluslararası birçok festivalde hem solo hem de dünyaca ünlü müzisyenler ile paylaştığı oda müziği konserleri devam etmektedir. Doktor öğretim üyesi olarak MSGSÜ’de piyano ve oda müziği dallarında eğitim veren sanatçının, günlük yaşama dair gözlemlerini esprili bir dille kaleme aldığı yazıları bulunmaktadır.

En çok sorulan cümlelerden biridir “Kardeş; memleket nere?” Benim için en ıstırap dolu sorulardan biri bu. Nereli olduğumu sayarken karşımdaki sorduğuna pişman olur, sıkılır, kadınsa saçının dibi gelir, adamsa sakalına ak düşer. Bizim aile öyle bir karışmış ki şimdi buraya soyumuzu yazarken okumayı bırakmanızdan korkuyorum. Anneannem Kırım Bahçesaray’dan, dedem Nevrekop doğumlu, onun babası da Makedonya’dan, babaannem Girit Kandiye doğumlu, diğer dedem de Filibeli. Karışmışlar da karışmışlar. Hepsi belli bir süre sonra Türkiye’ye gelmiş, yarısı orada doğmuş, yarısı burada. Vatan hasreti çekmişler, oraları tekrar görmek, dönmek istemişler. Memleket çekmiş. İnsanımız için hemşehrilik önemlidir. “Nasılsın” sorusundan sonra ikinci soru nereli olduğundur. Aynı şehirden olmak bir yakınlık, bir güven verir mi bilemiyorum çünkü benim bunu anlamam için oldukça sınırlarımı zorlamam gerek. Nereli olduğun sorusunun cevabı karşı tarafı memnun etmezse gelecek tek bir söz vardır: “Olsun!” Bu söz inanın sadece bize ait değil. Birkaç sene önce İsviçre’de bir yaşlı hanımefendi ile tanıştım. İngilizce konuşup sohbet ediyoruz. Gözlerim, tenim açık renk, saçlar kızıl, kadıncağız bana “İrlanda’dan mı yoksa İskoçya’dan mısınız?” dedi. 

Ben de, “Yok, ben Türk’üm, İstanbul’dan geliyorum” deyince bana ülkemdeki cevabı aratmayacak şekilde boynunu kırk beş derece sola kırıp gözlerini kısarak “Okey!” dedi. Bildiğiniz yabancı “olsun” tepkisini İsviçre’de bizzat duydum, yaşadım. Yani sadece bizde değil her yerde hemşehrilik önemliymiş, bunu anladım.  

Bir yere ait olmak, ait hissetmek güzel. Coğrafi özelliklerin bölge insanının kişiliğine nasıl etki ettiği de bilinen bir şey. Sahil boyu, ada, dağlık bölge insanının karakteri de hava koşullarına, yapısına benziyor ister istemez. Ben her geldiğim köklerimin özelliklerini taşıyor muyum bilemem ama tam olarak bir yerli hissetmiyorum. Hiçbir zaman da hissetmedim. İçimde her yerden biraz var. Her yerin bir özelliği genlerimden bana hem tip hem karakter olarak geçmiş olsa da tam olarak buralıyım diyemiyorum. Her yerde yaşayabilirim, her yere uyum sağlayabilirim. Hiçbir yerde de yabancılık çekmem. Gittiğim her ülkede oranın kurallarına hemen uyum sağlayıp hayatımı bir anda ona göre ayarlayabilirim. Bazı insanlar evini, yattığı yeri arar, başka yastıkta bile yatamaz, başka yatakta uyuyamaz. Ben uyurum; hatta konforsuzlukta daha da rahat uykuya dalabilirim. Sandalyede, tekli koltukta, trende, otobüste, nerede olursa olsun. Annemler biz büyürken gazinoda iki sandalyeyi birleştirir, üstümüze de bir temiz masa örtüsü atarlardı, onlar çıstak çıstak oynayıp eğlenirlerken biz de daracık sandalye üstünde gürültüde uyurduk. Tren yatağında, otobüste rahat uyuyabilmem o günlerdeki alışkanlıklardan geliyor. Bu his belki bana hayatımda en sevdiğim özelliği; yani esnekliği sağladı. Hiç keskin köşelerim olmadı, yuvarlak hatlar bedenimi delip ruhumu da kaplamış durumda. Kendimi hiçbir zaman bir gruba da delicesine ait hissedemedim. Tek bir şey dışında; Beşiktaş!

Beşiktaşlılık bizde aileden gelir. Dedem, anneannem koyu Beşiktaşlıydı. Baba Hakkı, dedemin arkadaşıymış, annem küçükken kucağında otururmuş, Baba da diyemezmiş Hakkı Ba dermiş. Babam koyu Fenerli olsa da biz kız kardeşimle anne tarafından Beşiktaşlı olmayı küçük yaşlarda seçtik. Anneannem o kadar fanatikti ki Beşiktaş gol atınca bize gol başına harçlık verir, kazanınca yemeğe götürürdü. 10-0’lık Adana Demirspor maçı hayatımdaki dönüm noktasıdır. Hem bir aylık harçlığımı biriktirmiş hem de ablama inandıramayıp şaplağı yemiştim. Bir ara anneannemden takımın ilk on birini sayıp aferin alırdım. Babam “İlk on bir padişahı say desem sayamaz, takımı ezbere biliyor,” diye serzenişte bulunurdu. Adam da haklı; benim derslere de pek bir aidiyetim olmadığından bir keresinde annem kavga dövüş ders çalıştırıyor, konudan öylesine kopmuşum ki orada değilim belli ki. Bir anda, “Çabuk say komşularımızı!” dedi. Ben de “Aşağıda Ruhat Teyze, Ali Amca, yanda Halide Teyze, yukarıda Asuman Teyze” diye saymaya başladım. Annem kızamadı bile. Ya acıdı bana ya da o kadar inanarak saydım ki o ne sorduğunu unuttu. Bir yerli olmaksa bütün mesele ben oralıydım ve kendi çapımda hemşehrilerimi saydım o gün. 

Benim için sokağında mutlu yürüdüğüm, kapısından gülümseyerek girdiğim, sıcak, huzurlu, rahat hissettiğim her yer yuvam. Belki bu yüzden her yerliyim, her yer benim, ama hiçbir yerliyim. Mutlu, huzurlu yaşadığım her yer evim. Hiçbir zaman nerede olduğu veya nasıl olduğuna takılmadığım, sadece nasıl hissettirdiğine önem verdiğim.