Zeynep Tibet

Kaldırım Ayaklılar

1999 yılında İstanbul’da doğdu. Sanatla çok erken tanıştı, daha okula gitmiyorken bale yapmaya başladı. Düz yazı ve şiir yazmakla çocukluğundan beri ilgilenen Zeynep, 2012 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın düzenlediği çevre kirliliği konulu yazı yarışmasında İstanbul birincisi oldu. Sainte Pulchérie Fransız Lisesi'nden mezun olduktan sonra Özyeğin Üniversitesi'nde mimarlık bölümüne girdi. Lise yıllarında ise baleden mezun olup öğretmenlik yaptı. Yazmak ve çeşitli danslar dışında fotoğraf, resim ve heykel gibi tasarım ve sanata dair birçok ilgi alanı var. Renkli biri diyebilir miyiz? :)

Güneşli güzel bir gün. Hafif hafif, pembelerini okşayarak esiyor rüzgâr. Toprak henüz esniyor, ağzı kokuyor buram buram, ıslak. Gecenin nemini çalmamış daha güneş. Böcekler geziniyor tepemizde. Ara ara su içmeye konuyorlar yapraklarına. Cömertçe doyuruyorsun karınlarını. Tomurcuğun her an güneşe günaydın diyebilecek kadar büyümüş. Kaldırımın arasında ne de rahat duruyorsun diye düşünürken, duvardaki bana bakıyorsun bir an. Ya da ben öyle sanıyorum. Belki de yanımdakine bakıyorsun, ne de olsa benden yüzlerceyiz burada. Ben sen gibi özgür değilim. Kendim de uyanmadım burada. Bir ay önce bir otoban kenarındaydım. Egzozla doydu karnım. Şimdi ise sıkışık yerim. Gökyüzüne de bakamıyorum ama olsun. Bir haftadır buradasın, gökyüzüm sensin artık.

Düşüncelerimde kaybolmuşken aniden sokağın başından bir bağırış geliyor, çekip alıyor beni derin kuyumdan. İkimiz de sesten yana çeviriyoruz başımızı. Haydar bakkal biriyle boğuşuyor gene. Her gün olan şey.  Üstünde yırtık tişörtü olan genç, bakkaldan ekmek çalmaya çalışmış. Haydar sokak ortasında dövüyor genci. Diğerleri de izliyor. Biz yeşil yapraklılar da, o kaldırım ayaklılar da.

Gence bakıyorum. Saçları dağınık ve kaldırımın renginde. Yanaklarının rengi onlara özenmiş gibi. Koyu renk tişörtü çekiştirilmekten yırtılmış. Pantolonu bol, sürekli yukarı çekiyor genç, belli ki bedeni ona göre değil. Ayaklarına bakıyorum en son. Haydar bakkalın ayağındakilerden giymiyor. Ayakkabısı yeryüzü olmuş gencin.

Sana döndürüyorum başımı. Seslerden uyanmış gibi gözlerini ovuşturuyor tomurcuğun. Artık o da sen gibi, pespembe. İlk gördüğü şey Haydar bakkal ve şu kaldırım saçlı genç. Zamanlaması ne kadar kötü. Halbuki güzel şeyler de oluyor.

Sahi, oluyor mu?

Öğlene kadar rüzgârla salınışını izliyorum. Ne de olsa bulutlarım da sensin artık. Etrafından geçen kaldırım ayaklılara her selam verişinde gülümsüyorum. Kokunu getiriyor rüzgâr, içime hapsediyorum. Bu kaldırımlarda başka yok senin gibi. Sen daha narinsin, rüzgâr azıcık esse hemen üşür titrersin. Hepimiz yeşiliz, sense dünyaya bakıp utanmış gibi pespembe.

Yolun öbür ucuna biri geliyor akşam sokak kalabalıklaşınca. İkimiz de hemen fark ediyoruz. Sakin sakin bir karton yayıyor kaldırımın köşesine. Elinde ayakları daha kaldırımın rengini almamış tomurcuğu. Saçları toprak rengi, araları güneşe özenmiş gibi sapsarı. Yanakları senin renginde. Üstünde ise sen desenli bol bir elbise. Göğsünden bir kap çıkartıp önüne koyuyor. Aynı sen gibi, yanından geçen herkese bir şeyler söylüyor. Ama kimse gülümsemiyor. Sanki fark etmiyor kimse, tıpkı seni fark etmedikleri gibi. Halbuki fark edilemeyecek gibi değilsiniz ikiniz de.

Sana dönüyorum iyi geceler demek için. Kaldırımda yatıyorsun. Koşarak çocuklar geçiyor, ellerinde mavi plastik bir top. Neşeli neşeli bağırıyorlar. Hepsi bir uğultu gibi. Pembelerin kıpkırmızı. Üzerinde bir tabanın deseni. Kokun gelmiyor burnuma.