11 Mayıs 1988 tarihinde İzmir'de doğdum. İlk ve orta öğrenimimi İzmir'de tamamladım. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Halkbilim Bölümü'nü kazandım. Buradaki eğitimimi tamamlayamayıp, son sınıfta bıraktım. Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldum. Özel sektörde bir firmada büro personeli olarak çalıştım. Şu anda bir çağrı merkezinde müşteri temsilcisi olarak çalışmaktayım. İzmir'de yaşamaktayım. Kitap okumak, araştırma yapmak, yürüyüş yapmak, müzik dinlemek ve film izlemek hobilerim arasındadır.

Gezi’ye ve Gezi’de yitirdiklerimize…

Bundan dokuz yıl önce, İstanbul’da, gerek ülkemizin gerekse dünyanın en güzel, en şanlı ve en zekâ dolu direnişlerinden biri başladı. Taksim’deki Gezi Parkı’na siyasi iktidar tarafından Topçu Kışlası yapılmak istenmesi, bunun için de buradaki ağaçların kesilmek istenmesi, yaşadıkları çevreye, doğaya ve kendilerinden başka canlıların da haklarını düşünen, onlara sahip çıkan insanlar tarafından engellenmek istendi. Gezi Parkı’na çadırlar kuruldu ve ağaçlar kesilmesin diye nöbet tutulmaya başlandı. Dönemin İstanbul Büyükşehir Belediyesi görevlileri tarafından buradaki çadırlar bir sabah yakılınca ve sosyal medya aracılığı ile insanlar bu durumdan haberdar olunca, binlerce insanın sosyal medya aracılığı ile spontane olarak, Gezi Parkı’na akın edip bir araya gelmesi sonucunda, yaklaşık iki ay sürecek olan Gezi Direnişi başladı. Direniş, her gün, hatta her saat yeni insanların katılımı ile büyüdükçe büyüdü. Kısa sürede, bütün Türkiye’ye yayıldı (İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre 79 ilde Gezi Direnişi yaşandı).

 

Peki, neydi Gezi Direnişi’nin ülke geneline yayılmasına sebep olan ve bu kadar çok insanın katılımını sağlayan? Parkı, ağaçları, doğayı, çevreyi korumak için çıkılan yolda, insanlar yıllardır siyasi iktidar tarafından yaratılan baskıya ve korku iklimine karşı ayaklandılar. “Artık yeter!’’ dediler. Ve ortaya tarihin en güzel direnişlerinden biri çıktı… Zekâ dolu pankartlar ve sloganlar, ince mizahi göndermeler, her renkten, her düşünceden insanın birlik beraberlik içinde, kol kola, omuz omuza, çok güzel bir dayanışma örneği gösterdiği, tabiri caizse kısa süreli de olsa bir yeryüzü cennetinin oluştuğu günler…

Lafı uzattım, ama “ömrümüzün en güzel haziranı” için gerçekten değer. 2013 Mayıs’ının son günü başlayan ve pik noktasını haziran ayında yaşadığımız Gezi Direnişi, bir “onur direnişiydi’ aslında… İktidar tarafından dışlanan, kutuplaştırılan, türlü hakaretlere ve aşağılanmalara maruz kalan insanların, yaşam alanlarına yapılmak istenen bu tasalluta karşı ortaya koymuş oldukları dirence bu kadar zalimce ve vahşice davranılması, bardağı taşıran son damla oldu. İnsanlar, bunu onur meselesi haline getirdiler ve onurlarının çiğnenmesine fırsat vermemek için döküldüler sokaklara. Bakmayın siz bazılarının Gezi’yi kirletme, karalama çabalarına. Gezi Ruhu dediğimiz ruh, onların tahayyül bile edemeyeceği kadar büyük bir ruhtur ve onların bu çabaları beyhudedir. Tarih, Gezi Direnişi için de Gezi Direnişi’nin karşısında duranlar için de hükmünü çoktan vermiştir.

Ömrümüzün en güzel haziranında, direnişin en güzel günlerini yaşarken, bizi bastırmak, korkutmak, sindirmek isteyenler, ellerindeki imkânları kullanıp, bizden sekiz canımızı kopardılar. Ethem, Ali İsmail, Ahmet, Abdullah, Mehmet, Medeni, Hasan Ferit ve Berkin onurları için mücadele ederken koparıldılar bizden, bu hayattan… Polisin sert müdahalesi sonucu gözünü kaybedenler de oldu, vücutlarının başka yerlerinden yaralananlar da. “Onur” dediğimiz kavram, böyle bir şeydir işte. İnsan, onuru için gözünü kırpmadan canını verebilir. Çünkü insan, onursuz yaşayamaz, onursuz yaşamaktansa ölmeyi tercih eder.

Bazı insanın onuru dilidir, bazısınınki dini, bazısınınki rengi, bazısınınki ideolojisi, bazısınınki cinsel yönelimi… Bazısınınki vatanıdır, bazısınınki ailesi, sevdikleri, yaşadığı çevre vs. Gezi, bunların hepsinin toplamıydı. O yüzden bir onur direnişiydi. Bütün kayıplara, suçlamalara, tutuklamalara, yalanlara, iftiralara, gölge düşürme çabalarına rağmen, Gezi Ruhu yaşıyor ve onurlu insanlar var olduğu müddetçe de yaşayacak. Yaklaşık iki ay süren mücadelenin sonunda sekiz can kaybı, birçok yaralı ile meydanlardan çekildik ama istediğimizi de elde ettik. Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılamadı, onur galip geldi.

Yazıyı, onuru için mücadele etmiş, bu uğurda hapisler yatmış Ahmed Arif’in bir şiiri ile bitirelim:

 

ONUR DA AĞLAR

Gözlerinin pınarında

Bir bulut,

Boşandı boşanacak

Nerdeyse.

Aklımdan geçenleri

Okuyorsun su gibi.

Dünya gördü,

Bizi boğazladılar…

Tutma gözyaşlarını

Onur da ağlar…

Bırak yıkansın gökyüzü,

Lacivert, yeşil, altın

Işıkları günbatının

İşte şafaktayız gene

Çırılçıplak

Ve mavi.

İşte sanki dağ yeli

Ve işte sanki meltem…

Kimse toz konduramaz

Kesip attığımız tırnağa bile.

Sen en güzel kızısın

Bütün galaksilerin

Bense tözüyüm artık

Akkor tözüyüm,

Prometheus’u yakan

Kara sevdanın…

Ne alnımızda bir ayıp

Ne koltuk altında

Saklı haçımız.

Biz bu halkı sevdik

Ve bu ülkeyi.

İşte bağışlanmaz

Korkunç suçumuz…