Gaziantep ve Kilis'li bir aileye Antakya'da doğdu. İstanbul'da büyüdü. 30 yıldır Amerika'da yaşıyor. Uluslararası İlişkiler lisans eğitimi aldı ama kariyer yolculuğu gazetecilikle başladı. Sırasıyla bankacılık, tekstil, otelcilik, restoran işletmeciliği, perakende sektörlerinde yöneticilik yaptı. Restoran işletti, mektepli şef. Halen Manhattan gökdelenlerini mermerle donatan bir firmada yönetici. Sinema, fotoğraf, şiir, gezmek, yazmak, yüzmek, şarkı söylemek gibi tutkuları var.

İnsan ilişkilerinin olmazsa olmazıdır iletişim. İletişimin olmazsa olmazı da karşılıklılık yani bireylerin birbirini anlamasıdır. İçinden geçtiğimiz dönemde üzülerek şahit olduğumuz durum ise taraflar arasındaki iletişimin kopmuş olmasıdır. Bu kopukluğun ana nedeni, birbirini dinlemeden ve anlamadan kendi görüş, duygu ve düşüncelerini anlatma ve çoğunlukla da dayatma çabası ve telaşıdır. İletişimde kullanılan en etkin araç sözlü ve yazılı Ortak Dil’dir. Ortak dilimiz yok edilmiştir. Bu yolda, sistemli bir algı manipülasyonu ile farklı görüşler arasında diyaloğun koparılması ve bunun siyaseten belli çıkar grupları tarafından kullanılması gerçeği de gözardı edilemez.

Teknolojik devrimlerin toplumsal evrilmeyi kat kat hızlandırdığı çağımızda, yapıcı, nazik, hoşgörülü ve nesnel dilimiz ilk büyük kaybımız oldu. Günümüzde konuşurken ya da yazarken kullanılan kelimelerin, örneklerin ve mesajlaşmaların çoğu, bilgiye dayanmayan, kesin doğru edasıyla, bazen algı oluşturma, güdüleme ve yönlendirme amaçlı dezenformasyona ya da safsataya dayanıyor maalesef. Herkes her konuda haklı çıkma kavgasında âdeta. En açık biçimiyle bu kavga, siyasi iktidar pastası etrafında görülüyor. Sağlıklı iletişimin temel taşı “Ortak Dil”i, kimi yapay, kimi doğal krizlerle ve bazı kanlı olaylarla yaratılan gerginliklerde unutturdular.

Taraflar kendi görüş ve politikalarının doğruluğunu, her ne pahasına olursa olsun, karşı görüşü karalamak, ötekileştirmek üzerine kurma yolunu seçer oldular. İçinde yer aldıkları siyasi hareketin içi ne kadar boş ise söylemleri de o kadar çirkinleşmeye, sertleşmeye başladı. Karşı tarafı karalamakta, asılsız suçlamalarda bulunmakta, alenen çamur atmakta kimse bir sakınca görmüyor artık. Yalanın bini bir para oldu. Ve siyaset arenasında başlayan bu akım, bu tavır hızla topluma yayıldı.

Siyahla beyaz gibi “Ya bizdensin, yanımızdasın ya da karşımızdasın” söylemi olağanlaştırıldı. Oysa siyah ile beyazın arasında siyasi hareketlerin, çıkar ve baskı gruplarının görüşlerini savunabileceği onlarca gri alan var iken. Örneğin çevreciler, kadın hakları, LGBT, ekmek derdindeki sendikalı işçiler, eskiden siyaset dışı kalmaya çalışan ticaret ve teknik meslek birlikleri, odalar bu girdabın içine çekildi. Var olan bazı kurumların bir de ya “Müslüman”ı kuruldu ya da “Milli”si.   Yani grinin tonları âdeta yok edildi ve kutuplaştırma keskinleştirildi. Artık ya siyahtan yana olacaktınız ya da beyazdan.

Günümüzde kimse kahvehanelerde, medyada, sokakta, parkta düşüncelerini, dertlerini, kaygılarını, umutlarını birbiriyle paylaşmıyor artık. Paylaşamıyor. Bunda umutsuzluk kadar korkunun da payı var. Televizyonlardaki panel, açıkoturum türü programlarda sesler yükseliyor, insanlar birbirlerine bir şeyler fırlatıyor, ithamlar, tehditler savruluyor ve buna tartışma diyorlar. Kimse birbirinin söylediğini dinlemiyor bu arada. Çünkü Ortak Dil kullanmıyorlar ve birbirlerini anlamıyorlar.

Ortak Dil unutulduğunda ve iletişim koptuğunda, fikir tartışmalarının ya da kavgaların kazananı olmaz artık, herkes kaybeder. Hele ki konu memleket ise, yaşam ise, yarın ise ne korkunç sonuçlarla yüzleşmek ve ne ağır bedeller ödemek zorunda kalabiriz. Bunu düşünmek dahi istemiyor insan. 

 

ORTAK DİL NE OLA Kİ?

Evet, hepimiz Türkçe konuşuyor ve Türkçe yazıyoruz. Peki neden sağlıklı iletişim kuramıyoruz? Neden anlayamıyoruz birbirimizi? Kırıyor, döküyor, bağırıp çağırıyoruz. Tehditkâr bir üslupla bangır bangır konuşuyor, konuşuyoruz. En önemlisi neden dinlemiyoruz karşımızdakini? Dinlemek işimize mi gelmiyor, bilmiyoruz ya da istemiyoruz? Çünkü ne biz ne de karşımızdaki insanlar artık Ortak Dil kullanmıyor. Duyuyoruz belki ama dinlemediğimiz için anlamıyoruz birbirimizi. Peki bu “Ortak Dil” ne ola ki?

ORTAK DİL, insanlarımızın konuşurken ya da yazarken kullandığı, karşısındakileri incitmeden, suçlamadan, kırmadan dökmeden kendi inanç, düşünce, görüş, umut, kaygı, seçenek, beklenti, istek ve dileklerini dayatmadan, anlatmak odaklı dildir. Yalın ve nettir. Yapıcıdır, nezaket, hoşgörü ve nesnellik içerir. Amacı iletmektir. İletişim kurmaktır. Anlamak ve anlatmaktır.

Kültür, edebiyat, sanat, siyaset, ticaret, adalet, sohbet… Her an her yerde kullanılması elzemdir. Ve her zaman her konuda görüş birliğine varmayı gerektirmez. Ortak paydalarda anlaşmaya ve çözüm üretmeye dayanan bir dildir.

Etimolojik tanımı bir yana, Ortak Dil, günümüzde, kuşak, coğrafya, kültür, sosyoekonomik ya da eğitim farkları gözetmeksizin toplumun birbirinden uzak ya da yakın ama birbirinden farklı veya birbirine zıt, bazen birbirini çekemeyen, bazen birbirine düşman kesimleri arasındaki tek ve en etkin iletişim aracı.

Toplumdaki farklılıkları ve hatta zıtlıkları tanımlayan bir liste yapsak örneğin. Z kuşağı ile X kuşağı ve öncesi kuşaklar arası, ilkokul mezunu ile üniversite mezunu, Karslı ile İzmirli, İstanbullu ile Güneydoğulu, işçi ile işveren, memur ile müdür, kadın ile erkek, maço ile feminist, radikal ile liberal, muhafazakâr ile radikal, liberal ile muhafazakâr diye uzayan bir liste yapsak ve tüm listeye özel Ortak Dil semineri versek sizce ne olur? Farklılıkların ve zıtlıkların panzehiri olabilir mi Ortak Dil? Olur mu dersiniz?

Denemeden bilemeyiz. Birbirimizi dinlemeye, anlamaya, kendimizi anlatmaya öyle çok ihtiyacımız var ki. İçine düştüğümüz hoşgörüsüz, nezaketten yoksun, kavgacı girdaptan, bu toplumsal buhrandan çıkış yolu birbirimizi dinlemekten ve anlamaktan geçiyor. Burada geçmişe öykünmeden geçemeyeceğim.

 

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

Türk siyasi yaşamına 1950’lerin ikinci yarısından 1990’lara kadar damgasını vurmuş Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit, Ortak Dil’e sadık kalan iki lider olarak tarihe geçtiler. Düzineyle seçim kampanyası sırasında ve birbirlerinin iktidar dönemlerinde politik ve düşünce farklılıklarına karşın toplum önünde birbirlerine olan saygı ve nezaketlerini korudular. Eskiden gelenek olan ve o zamanlar tek televizyon kanalı TRT’de seçim öncesi açıkoturumlarda tüm siyasi liderler kamera önünde bir araya gelirlerdi. Türkiye için kendi düşünce, politika ve programlarının daha iyi olduğunu savunurlar, birbirlerini eleştirirlerdi. Tüm Türkiye ekran başında saatlerce onları izlerdi.

Nezaket, hoşgörü ve saygı sınırlarını gözeterek, bazen esprili bir biçemle birbirlerine takılarak eleştirir, kendi görüşlerinin ülke için daha yararlı olduğunu kanıtlamaya çalışırlardı. Birbirlerini dikkatle dinler, notlar alır, söz sırası kendilerine geldiğinde yanıtlarını, eleştirilerini ve kendi görüşlerini sıralarlardı. Bunu, birbirlerini veya karşıt görüşü karalamadan, bağırıp çağırmadan, kırıp dökmeden, çamur atmadan, hakarete başvurmadan, aşağılamadan, ötekileştirmeden ve dışlamadan dile getirirlerdi. İşte Ortak Dil buydu.

Bu tavır günlük yaşama, sokağa, kahvehaneye, işyerlerine, parklara, meydanlara hatta evlere bile aynı şekilde yansırdı. Ben ilkokuldayken sağ görüşlü babamın, sol görüşlü dedeme muzip bir kurnazlıkla Tercüman gazetesindeki bir köşe yazısını, ilgili sayfayı Cumhuriyet gazetesinin içine yerleştirerek okuduğunu, dedemin de önyargısına yenik düşerek yazarın görüşüne katılmak zorunda kaldığını unutamıyorum. Tabii babam işin aslını anlatınca, karşılıklı espriler ve takılmalarla dolu bir fikir tartışmasının uzayıp gittiğini tahmin edersiniz.

Sonra ne oldu? Buraya nasıl geldik? Bugün neredeyiz? Nereye gidiyoruz? Ne olacak bu memleketin hali? Hepimizin yanıtlarını aradığı ortak sorular bunlar. Bu yazı bunların yanıtını sunmayacak. Yanıtlarımızı düşünerek bulacağız. Belki biraz zaman alacak. Çevrenizdeki insanlarla konuşmamız, bilgi ve görüş alışverişinde bulunmamız hatta akıl danışmamız gerekecek. Öyle ya, karşı tarafın ne konuda ne düşündüğünü nereden bileceğiz onlara sormadan, onları dinlemeden. Bu emeği verirsek tüm yanıtları bulacağız. Ama inanın değer. Ve çünkü başka Türkiye yok.

 

NASIL OLACAK BU İŞ?

Memleketin güncel sorunları saymakla bitmiyor. Ekonomi, siyaset, hukuk, çevre, kültür ve sanat, hangi alana girseniz insanlar zor durumda. O kadar çok sorun var ki, toplum olarak nereden başlayacağımızı, nasıl çözüm üreteceğimizi bilemez bir haldeyiz aslında.  Elele verip omuz omuza bu sorunları çözebileceğimiz aklımızdan bile geçmiyor. Çünkü bölünerek yönetiliyoruz. Çünkü aramızdaki iletişim koparılmış. O zaman nereden başlayacağız? İletişimden. O nasıl olacak? Ortak Dil ile.

Sözün başında şu noktanın altını çizmek gerekiyor. Zekâmız, karşımızdaki insanın zekâsıyla sınırlıdır. Anlatabildiğimiz kadar anlaşılırız. Bizim kendimizi anlatma yetimiz, karşımızdakinin zekâ düzeyi, eğitimi, kelime haznesi, siyasal ve kültürel hamuruyla, yani algı kapasitesiyle sınırlıdır. Derdimizi, fikrimizi anlatmaksa, anlaşılmaksa amacımız, biçemimize bolca empati, sabır ve nezaket katmamız gerekiyor.

Başlangıçta karşımızdakinin biçemi, söylemi bize sığ, basit ya da kaba gelebilir ya da tam tersi olabilir. Tepkisel davranmamak önemli bu süreçte. Aradaki fark etkenlerini unutmadan dinlemeliyiz. Laf kalabalığı yerine görüşleri bilgiye dayandırarak anlatmaya ve örneklemelerimizde karşımızdakini incitmemeye, ezmemeye, üzmemeye ya da aşağılamamaya özen göstermeliyiz.

Amacınızın sadece galip gelmek değil, anlaşılmak olduğunu unutmadan konuşmakla başlar her şey. Görüşlerimize kimse katılmasa da en büyük kazanımımız, içtenliğimize, iyi niyetimize inanılması, fikirlerimizin dinlenmesi, üzerinde düşünülmesi olacaktır. Ve böyle bir yaklaşım karşısında biçemimizin, bir süre sonra kendimizi anlattığımız insanlara bulaştığını fark edeceğiz. Unutmayın. Hoşgörü de, nezaket de, empati de bulaşıcıdır.

Kısacası sorunlar sarmalına çözüm aramaya, her kesimden, her görüşten insanla, sorunları, kaygılarımızı, dilek ve umutlarımızı paylaşarak ve onları bu konularda dinleyerek ve anlayarak başlayabiliriz. Yalın ve net, yapıcı ve nazik, hoşgörülü ve nesnellik içeren bir yaklaşımla. Birbirimizi anladıktan sonra hangimizin sorunlarının ve kaygılarının ortak paydalarının neler olduğunun farkına varabiliriz. Daha ötesi hangimizin hangi fikrinin, dileğinin veya önerisinin nerede, ne kadar örtüştüğünü anlayabiliriz.

Farklarımıza karşın, kimden geldiğine takılmadan insanların, toplumun ve ülkenin yararına çözümlere doğru yol alır bulabiliriz kendimizi. Kafelerde, restoranlarda, üniversite koridorlarında, fabrika bahçelerinde, köy kahvelerinde, parklarda, kent meydanlarında, sergide, tiyatroda, metrobüste, vapurda, iş servislerinde, konser salonlarında, kütüphanelerde yeniden iletişim tomurcukları açabilir. Sorunları, kaygıları, umutları, çözümleri paylaşabilmektir bu buhranın panzehiri. Bu, ORTAK DİL ile yeniden mümkün. Ama Ortak Dil emek ister. Ve unutmayalım ki her şey paylaşıldıkça çoğalır.