Merhaba, Mikroscope yayın hayatına başlarken ilk sayılarda yazma şansım olmuştu; ancak ardından uzunca bir süredir ayrı kalmıştık. Bu sayıyla birlikte geri döndüm. Uzatmadan konuma geçeyim: Malum, kuzey yarımkürede iklim krizi ile birlikte orman yangınları sezonu iyice uzadı, yıkımı arttı; dünyanın ciğerlerinin söküldüğü günleri yaşıyoruz. Evet, ormanlar yanıyor ama biz yine sadece suyun üstünde kalan, görünen kısmı konuşuyoruz; tıpkı yüzeyden kaybolunca unuttuğumuz müsilaj gibi. O yüzden bu yazıda size deniz çayırlarını anlatacağım.
Bazı şeyleri tarif etmek, nasıl bir şey olduğunu hiç görmemiş olanlara anlatmak çok zor. Örneklemek, benzetmek istiyorsun ama örneği yok. Ya da anlattığın insanlar örneğini dahi görmemiş, duymamış, bilemiyor. Denize “iç uza” deniyor çünkü denizler, bilmediğimiz ve yeni keşfettiğimiz canlılarla dolu. Hal böyle olunca, denizde gördüğümüz canlılara hep karadan bildiğimiz canlılara benzer isimler takmışız.
Aslında bir hayvan olan deniz kestanesi, deniz börülcesi, deniz hıyarı ve birçok canlı, karadan akılda kalan türlerle özleştirilmiş. İşte ister “deniz eriştesi” diyin, ister “Poseidon otu” ya da “Neptün otu”, deniz çayırı da öyle bir şey. Daha da ötesi, sizin de deniz eriştesini tanımanız şart. Tıpkı deniz tavşanı, istilacı aslan balığı veya 15 yaşına gelmeden yavrulayamayan hermafrodit orfozu konuşmamız gerektiği gibi, Neptün otunu da konuşmalıyız. Çünkü deniz çayırları aslında en önemli yaşam kaynaklarımızdan biri; soluduğumuz havanın her dört nefesinden üçünü deniz çayırları sayesinde alıyoruz.
Deniz çayırı, deniz eriştesi, Poseidon otu, Neptün otu hepsi aynı sualtı bitkisini anlatıyor. Zaten denizlerin, nehirlerin ve depremlerin tanrısı Poseidon, Roma yükselirken Neptün ismini almış. Kardeşleri Zeus ve Hades ile birlikte önce eski Olimpos tanrılarını devirmiş, daha sonra devlerle savaşmıştı. Belki de Yunan tanrıları arasında en yıkıcı olandı; ama insanlara ilk evcil atı hediye edecek kadar (tamam, bunu Atina şehrinin tanrısı olmak için yapmıştı ama olsun) yumuşak bir tanrıydı. Eşi Amfitriti’den yarı insan yarı balık Triton isimli bir oğlu vardı. Poseidon ayrıca, Odisseus’un Truva Savaşı’ndan uzun dönüşünde karşılaştığı, kör ettiği Kiklop Polifimos’un da babasıydı. Odisseus, Kiklop’un tek gözünü kör edince Poseidon’un intikamı da ağır olmuş ve Odisseus’un gemisini bir fırtına ile batırmıştı.
Sözün özü: Akdeniz’e özgü endemik bir sualtı bitkisi olan deniz çayırı, adını aldığı Poseidon ya da Neptün kadar güçlü ve yeryüzündeki yaşamın sürdürülmesi açısından çok ama çok önemli. Deniz çayırları aslında denizin temizliğinin, Akdeniz’de yaşayan türlerin devamlılığının, denizin anaçlığının ve verimliliğinin garantisi. Belki biz insanlar, karada nefes almaya başlamadan önce, karalarda yaşayan bir bitkinin maviliklerin altına girip, dalgaların altında çeşit çeşit, renk renk balık, yengeç, tavşan ve böcek yaşamının kaynağı olmuş erişteler.
Havanın güzel, dalgaların az olduğu bir günde, 3-5 metre sığda, 3-5 metrekare erişte üzerinde şnorkelle geçireceğiniz bir yarım saatte onlarca farklı canlının gizli medeniyetini görebilirsiniz. Su altı canlılığının ana yurdu mercan kayalıklarının kuma kök salmış türü deniz eriştelerini, Akdeniz’den dışarı çıkınca göremez olursunuz; çünkü Neptün otları, Poseidon’un mirası, bizim denizlerimize ve Arşipel’e özgü bir endemik türdür.
Akdeniz’in nice farklı türüne yataklık eden bu çayırlar, 40 metre derine kadar, güneşle büyüyen buğday taneleri ile aynı şekilde güneşten beslenerek büyürken fotosentez ile oksijen üretir. Oksijen üretirken bir yandan da, tıpkı dik yamaçlara kök salıp erozyonu önleyen ağaçlar gibi, su altında kumun erozyonunu önler.
Deniz çayırı, kasım-aralık gibi çiçeklenir; bulunduğu ortama göre ya yatay ya yanlamasına kök salar. Yatay kök salabilirse, su altında canlılık açısından çöl olan bir yere yayılsa, orası kısa sürede sağlıklı bir besin zincirinin oluştuğu bir vahaya dönüşür. Midyesinden balığına, ahtapotundan deniz tavşanına türlü canlının yaşadığı bir alan haline gelir. Deniz çayırları öyle bir habitat oluşturur ki, Akdeniz’in canlı sakinlerinin yüzde 25’i, bu kuruduğunda talaşa benzeyen müthiş ot üzerinde yaşar.
Deniz çayırları kuvvetli ışığa gereksinim duyduklarından, büyümesini sınırlandıran faktörler arasında suyun berraklığı ve derinliği gelir. Genel olarak 30-35 m derinliklere kadar dağılım gösteren bu bitkiler, su berraklığı arttığında 40 m’ye kadar ulaşabilir. Deniz çayırları, nehir ağzı yakınlarında kaybolurlar ve tatlı su bölgelerinde tamamen yok olurlar. Deniz çayırlarının dökülen yaprakları, dalgalar tarafından yuvarlanarak kum taneleriyle karıştıklarında, kahverengimsi yumuşak top formunda sahillerde bulunabilir.
Hani başta dedim ya, size bu otu anlatmam lazım; bu çayırlar yok oluyor. Besin zincirinin en üst sırasında yer alan deniz çayırları, tropikal ormanlardan daha fazla organik madde üretiyor. Biyoçeşitlilik bakımından kilit ekosistem oluştururlar: Farklı yüzlerce omurgasız ve alg türüne ev sahipliği yaparlar, suyu oksijence zenginleştirirler. Her gün, her bir metrekare deniz çayırı 10 litreden fazla oksijen oluşturur. Yaprak sürgünleri altında barınak bulan birçok canlı, doğal avcılarından korunarak çoğalır.
Deniz çayırları ayrıca güçlü akıntı ve dalgaların şiddetini azaltırlar. Akıntı ve dalgalarla birlikte su kolonunda oluşan askıda katı maddeleri bünyelerine alarak suyu berraklaştırırlar. Ölü yaprakların littoral zonda birikimi sayesinde, plajlarda erozyonu önleyen bariyer görevi görürler. Deniz çayırları, balıkların ve krustaselerin/eklem bacaklıların yumurtlama ve üremeleri için gereken doğal habitat görevi görür. Sürdürülebilir balıkçılık için türlerin çoğalmasını sağlayan Akdeniz’in olmazsa olmazıdır.
Deniz çayırları ile ilgili fazla bilinmeyen bir gerçek de, bu bitkilerin bazı kolonilerinin çok uzun yıllardır hayatta olmasıdır. Tahminlere göre, bizim “ot” deyip geçtiğimiz deniz çayırları arasında tam yüzbin yıldır yaşayanlar var. Dünyada bilinen ve yaşayan en yaşlı canlılar deniz çayırları olabilir.
Peki, bu değerli su altı bitkileri neden yok olma tehlikesi ile karşı karşıya? Kıyılarda yaşanan yapılaşma, liman inşaatları ve endüstriyel ile evsel atıkların yol açtığı deniz kirliliği, bu bitkilerin hem fotosentez yapmasını engelliyor hem de hızla ölmesine sebep oluyor. Balıkçı trolleri veya tekne çapalarının dipte sürtülmesiyle kökleri sökülüyor. Kentsel aktiviteler, tarım faaliyetleri ve balık yetiştiriciliğinin sebep olduğu besin tuzu konsantrasyonlarındaki artış sebebiyle, yapraklarının üzerini kaplayan epifitik alglere karşı hayatta kalması zorlaşıyor.
Dünyamızdaki yaşam için çok önemli olan deniz çayırlarını kurtarmak adına yapılan çalışmalardan da bahsetmeden geçemeyiz: Öncelikle deniz çayırları, Türk Deniz Hukuku’nda bir “Eylem Planı” ile korunuyor. Ancak kıyı yapılanması, gırgır ağları, dip trolü, çapalama, kirlilik ve bulanıklık sebebiyle gerileme hızla artıyor.
İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi ve ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü işbirliğinde Gökçeada ve Mersin’de çalışmalar yürütülüyor. Mersin deniz çayırlarının kuzey-güney uzantısının sınırlarına karşılık belirli bir öneme sahip. Türün coğrafik dağılımının sınırları, yaz mevsiminde yüksek su sıcaklığı ile ilişkili. Gökçeada’da deniz çayırları, Karadeniz’den gelen düşük tuzluluktaki akıntıların ve Akdeniz’den gelen yüksek tuzluluktaki akıntıların etkisi altındadır.
1999 yılında Barselona Kongresi’nde deniz çayırlarını korumak için bir eylem planı kabul edildi:
Eylem Planı:
- Deniz çayırlarının korunması ve yönetimi için önlem alınması
- Littoral ekosistemlerin kilit bileşenleri olan deniz çayırlarının gerilemesine karşı mücadele etmek
- Karakteristik bölgelerde deniz çayırlarının korunmasını sağlamak
Bu eylem planının uygulanması UNEP/MAP-RAC/SPA tarafından sağlanıyor.
Total Corporate Foundation tarafından sağlanan finansal destek sayesinde, 3 yıllık bir sürede (2006-2009) Cezayir, Libya, Tunus ve Türkiye’de deniz çayırlarının incelenmesi, haritalanması ve envanter toplanması için alt bölge projesi gerçekleştirildi. Projenin hedefi, seçilen bölgelerde deniz çayırlarının varlığı ve gelişimi/gerilemesi hakkında bilgi toplamak ve ulusal katılım gruplarına eğitim vererek gelecekte bu görevlerin sürdürülmesini sağlamaktı.
Gemi kaptanları, demir atarken Posidonya çayırlarının olmadığı yerleri tercih etmeli. Mümkünse tekneyi bir şamandıraya bağlamalı. Kıyı alanlarının tahrip edilmesini engellemeli; inşaat malzemelerini deniz ve denize dökülen alanlara atılmamalı. Kıyısal bölge, denizlerin en verimli ve zengin bölgeleridir. Deniz çayırları bol ışığın bulunduğu bu bölgelerde yaşar. Bu alanlar insan etkisine en çok maruz kalan alanlar olduğu için titizlikle korunmalıdır.
Deniz çayırlarını kurtarmak için detaylı bilgi edinmek isteyen okuyuculara önerim, Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’nın hazırladığı çalışmayı incelemeleri; çalışmaya buradan ulaşabilirsiniz.
Bu çayırlar yok olurken, denizlerimizin canlılığı yok oluyor. O yüzden bu yavaş gelişen çayırların kayboluşunu engellememiz lazım. Ormanları, yeşil alanları korumaya çalıştığımız gibi bu otlar için de çaba göstermemiz gerekiyor. Akdeniz’e mavisini ve canlılığını veren bu yeşil örtüyü koruyamazsak, medeniyetimiz yok olacak. Çünkü bizim çevre ile ilgili hep gözden kaçırdığımız nokta şu: Çevreyi korumak, iklim krizi ile mücadele etmek gezegenden çok insanlığı ilgilendiriyor. Kaynakları kuruttuğumuzda, biz yok olacağız; mavi gezegen eninde sonunda, üstünde bizden iz bile kalmadan da olsa dönmeye devam edecek…
Eğer dünya üzerinde “yeryüzü direnişçisi” diye bir türü gösterecek isek, sanırım bu deniz çayırı olurdu.
Dünya üzerinde iklim krizinin sinyallerini görmeye başladığımız 1980’lerden bu yana çevreciler çoğu zaman “çiçek çocuklar”, “dünyayı kurtarmaya çalışan romantikler” diye algılandı, yaftalandı. Aslına bakarsak, o çok övündüğümüz insanlık medeniyeti, yaşama pamuk ipliği ile bağlı. Dünya’da yaşam, insanlıktan çok önce de vardı; eğer dünyayı kirleterek yaşamaya devam edersek, insanlık yok olduktan sonra da var olacak. Dünyayı kurtarmaya çalışan çevreciler aslında dünyayı değil, insanlığı kurtarmaya çalışıyor. Yeryüzünde varlığımız ile yokluğumuz arasında, dünya için bir fark yok. Yüz bin yıl yaşayan bir deniz çayırı kolonisi ile binlerce yıl yaşayan zeytin ağaçları, yüz yıldan fazla yaşayan deniz kaplumbağaları halimize müstehzi, müstehzi gülüyor…