Cem Özel

Ah şu benim hüzünlü on sekiz yaşım!

Kendi hâlinde bir kitap kurdu. Kitaplarla Lise 1’de Kartal Lisesi’nde bir edebiyat öğretmeninin zoruyla tanışmış. İyi ki de tanışmış.
Ömrünün 2000-2006 yılları arasına denk gelen altı yılını, içinde Müge İplikçi, Elif Şafak, Murat Belge ve Fatih Özgüven gibi bolca yazarın bulunduğu İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde, sonrasındaki on beş yılını da Sabancı Üniversitesi’nin Bilgi Merkezi’nde geçirmiş ve geçirmeye devam eden Özel, yıllar geçtikçe mesleğine âşık olmuş, çokça kitap okumuş, okuduğu kitapların birikimiyle de içindekilerini "BBY Haber Portalı" isimli mesleki sitede, Abbas Güçlü’nün yönettiği Türkiye’nin en büyük eğitim portalı olan Eğitim Ajansı’nda ve son olarak da Müge İplikçi’nin öncülüğünde çıkan Mikroscope dergisinde elektronik kâğıda döken biri. Öykü yazmayı da çok seven Özel, "COS" başlıklı bir öyküsü “Öykü Gazetesi”nde yayımlanınca o gün heyecandan sabaha kadar uyuyamamış.
Sabancı Üniversitesi İnsan Kaynakları biriminin organize ettiği "Hobi Atölyesi" kapsamında iki yıldır bir kitap kulübü koordinatörlüğü de yapan Özel, kitap okuma aşkını herkese bulaştırmaya kana kana and içmiş bir kitap elçisi.

İnsan on sekiz yaşına gelmeden önce hep hayal kurar. “On sekiz yaşıma basınca şunları bunları yapacağım,” der durur. Bir eşiktir on sekiz. Bazıları da akışına bırakır, her şeyi bıraktığı gibi. Ben ve arkadaşım Coşkun da “On sekiz” adlı nehre atladık ve bizi bir siyasi partinin kapısına kadar sürüklediğine şahit olduk.

On sekiz yaşına ayak bastığımızda “Hadi gel siyasete girelim,” dedim Coşkun’a. Masaya bütün partileri yatırdık, orasına burasına baktık. En sonunda iki parti finale kaldı. Birini tercih etmemiz gerekiyordu. İkimizin ailesinin, hatta akrabalarımızın da desteklediği SHP ve alternatif olarak o yıllarda iktidarda olan ANAP! Ailelerimizden gizli yapacaktık bu işi. Her ne kadar on sekizi geçmiş ve özerkliğini ilan etmiş bireyler olsak da barınma, yeme-içme ve harçlık meselelerinde “aile” denen en küçük ülkeye bağlıydık. Konu siyaset gibi hassas bir mesele olduğu için de iki kere düşünmemiz gerekiyordu. Bu nedenle tanıdıklara yakalanmamak için SHP’yi eledik ve yakınlarımızdan hiçbirinin kapısından bile geçmeyeceğini bildiğimiz ANAP’ı tercih ettik.

ANAP Kartal İlçe Başkanlığı. Bir binanın en üst katı. En üst kata çıktığımızda bizi bir sürpriz bekliyordu. Çocukluktan yeni çıkmış iki genci en çok çeken şey bir masaydı ve çok mutlu olduk: Pinpon masası. Pinpon masasının büyülü bir yanı var sanırım. Bu nedenle de çok mutlu olmuştuk çünkü burada ücretsiz oynama şansımız olacaktı. Aynı masadan mahallede bir yerde daha vardı. Sırf o yüzden giderdik oraya. Belki şaşıracaksınız ama düşük ücretlerle saatlik kiraladığımız pinpon masasının olduğu yer Milli Gençlik Vakfı’nın Çavuşoğlu mahallesindeki şubesiydi. Bizim amacımız sadece pinpon oynamaktı ama onların amacı bundan çok daha fazlasıydı. Tava gelmeyecek gençleri çekmek için kendilerini aşan hareketlerde bulunuyorlardı. Örneğin, ilk konulu (!) filmi orada izlemiştim. Bu ne yaman çelişki, değil mi?

Raketleri ve pinpon topunu masaya bırakalım da, konumuza odaklanalım. Gençlik kolu başkanı, gerçekten de gençti. Bizimle yakından ilgileniyordu. Bize geçici üyelik kartı da çıkardılar. Kendimizi nimetten sanıyorduk. “Yarın akşam gençlik kolu toplantısı var. Mutlaka bekliyoruz,” dedi gençten olan başkan.

İlk defa bir toplantı odasındaydık. Dikdörtgen, uzun bir masa. İlçe başkanı da geldi. Gördüğüm en şişman adamlardandı. Nasıl yemişse artık! İki idealist genç olarak, bu toplantıda nasıl siyaset yapılır, onu deneyimleyecektik. İyi ki de genç yaşımızda yapmışız bunu.

Başkan oturumu açtı. Bir girizgâh yaptı. Sonra sözü gençlik kolu başkanı aldı. Yeni katılan (biz oluyoruz onlar da) arkadaşları tanıttı ve sözü tekrar başkana bıraktı. Başkan da, tek tek sözü masanın etrafındakilere verdi. İlk sazı alan başladı siyaset yapmaya! “Benim karşıda çalışan bir yakınım var. Hemşire kendisi. Onu bu yakaya aldırabilir miyiz?” Bu sözleri duyar duymaz dehşete düşmüşçesine Coşkun’a dönüp baktım. Aynı dehşete düşmüş gözlerle o da bana bakıyordu. Sonra masada bulunan diğer insanlara baktım. Onlarda herhangi bir şaşkınlık ifadesi göremedim. Neyse, başkan bu denilenleri not alıyordu. Sonra sözü başkasına verdi. O da başladı siyasete! “İşsizim şu sıralar. İş arıyorum. Bana bir iş bulun, Başkan.” Gözlerim kararıyordu. Teselliyi Coşkun’un bakışlarında aradım ama nafile! O benden beterdi. Başkan bu sözleri de not aldı. Toplantı diğer üyelerin istekleriyle son buldu. Bizim siyasete olan merakımız da aynı anda son bulmuş oldu. Kendimizi dışarı nasıl attık bilemedik. Eve gidene kadar ağzımızı bıçak açmadı.

Demek ki siyaset yapmak böyle bir şeydi. Keşke, hayatta bir kere gireceğimiz on sekiz yaşımızda kendimizi hayatın akışına bırakmasaydık da, o da bize böylesine acı bir tecrübe yaşatmasaydı. Şimdi kırklı yaşların ortasına gelmeme rağmen siyasetin hep aynı düzeyde (yerlerde) olduğuna maalesef şahit olmaya devam ediyorum.