İstanbul’da doğdu. Uzun yıllar insan kaynakları yöneticisi olarak çalıştı. “Dissonance or Harmony” isimli ilk kitabı, 2018 yılında Amazon’da İngilizce olarak yayımlandı. Serkan Parlak editörlüğünde hazırlanan ve Günce Yayınevi’nin yayımladığı “Cemil Kavukçu Öykücülüğü - Kasabadan Kente Doğru” isimli çalışmada, Cemil Kavukçu’nun iki öykü kitabı analiziyle yer aldı. Oggito, Edebiyat Haber, Ecinniler dergisi, Dönüşüm ve Edebiyat Nöbeti’nde denemeleri ile kuramsal yazıları; Notos, Son Gemi dergisi, Edebiyat Haber, Trendeki Yabancı ve Oggito’da öyküleri yayımlandı.

 Masumiyet rüzgârlarının estiği ender anlarda aniden bir çocuğun yüzü çıkarsa karşına o kendi yüzünün aynadaki yansıması olabilir. Bu olasılığı yabana atma. İçtenlikle dilediğin için görünmüştür belki sana. Merakla bakan kocaman gözler, karşında devinen ufacık beden belki de yakındığın bir sıkıntının ilacıdır. Anımsar mısın küçücük çocuktun, acı şurubu annen elma püresiyle verirdi ağzına. Şimdi kameranı ayarlamanın tam zamanıdır. O gözler elbette fotoğraflara bakmak ister sonra. Aslında kendi yüzünü merak eder. Belki de saflığın ete kemiğe bürünmüş üç beş karede kalacağını hissetmiştir. Masumiyet çağı sona erene dek donmuş anlara sırtını dönebilirsin. “Siz eşsiz birisi olarak doğdunuz, kopya olarak ölmeyin” diyen John Mason’a göz kırpabilirsin. 

      Belki büyürken fark etmeden hayalimizde tasarladığımız özgünlüğümüzü kaderine terk ettik. Oyunlarla büyür her çocuk, oyunlarla varoluşunu onurlandırır. Oynamayan tay at olamazmış. Kendi oyunumuzu kurmuş, genişleyen daireler çizmiş, oradan oraya koşarken coşkulu çığlıklarla nasıl da yeri göğü inletmiştik. Kim karbon kopya olarak var olmak ister? Zamanla başkalarının bizim için tasarladığı kalıplara sığmayı öğrendik. Otomatik viteste ilerlemek pek rahat geldi. Ciddiyetin surat asmakla ve kederin kollarında bekleyerek sağlanacağına kendimizi ikna ettik. Kahkaha atmaktan vazgeçtik. Dünyaya çiçek dürbününden bakmayı beceremedik. Dürbünü hareket ettirdiğimizde görüntüler dönüşürdü. Ağaç değildik belki ama yerimizi değiştirmek istemedik. Yapmamız gereken paçalarımızı sıvayıp bulanık ırmağa doğru yürümekti. Hayallerimizin ne olduğunu tam olarak kestiremedik. Zihnimizi içinde bulunduğu kabın şeklini alan, akıcı olmayan deneyimleri yaşamaya mahkûm ettik.

      Kendini anlatacak dermanın var mı? Yoksa sen de yazarak, kaleminle oynayarak mı çoğalmak istersin? Tıpkı çocukların oyunlarla büyümelerine benzer bir gelişim süreci. Yetişkinler de pek sever oyunu. 

     Jung rüyaları gerçekte neler olup bittiğini anlamanın yöntemlerinden biri ve kişilik gelişiminin ayrılmaz parçası olarak değerlendirirdi. Düşlere güveniyor musun? Gözlerin açık, hayal kurmayı deniyor musun? Onat Kutlar “Yunus” (*) isimli öyküsünde “üstünde uyku cinlerinin uçuştuğu mermer denizliği” anımsayan ve “ışıkta yıkanmış rahat parlak yüzlere” bakan çocuğu anlatmıştı. Ölüm nasıl bir çeşit uykuysa, gözlerini kapadığında gördüğün düşler de hayatın henüz yaşanmamış kesitleri. 

Fırından yeni çıkan, kenarını gizlice kopardığın ekmeği kemirmenin suçluluğuyla bir yaz günü payına düşen öğle uykusunun mahmurluğunda aniden canlanabilir misin?  Yarı gerçek yarı rüya gördüğün.

       Büyüdükçe derinleşen boşluklarda debeleniyoruz. Tartışıyor, birbirimize bağırıyor, sinirleniyoruz. Kendimizi tırmalıyoruz. Stres ve kaygı umutsuzluğa, daha kötüsü kolay iyileşmeyen hastalıklara sebep oluyor. Bu hoşnutsuzluk bedenin herhangi bir yerinde, bazen ağrı, sızı, bazen kronik yorgunluk olarak açığa çıkıyor. Sevmeyi reddettiklerimiz kalbimizde, ruhumuzun kuytu köşelerinde derin yaralar açıyor. Zira bir şeyi severek inanarak yaptığında, hayallerine sevgiyle sarıldığında kendini yorgun hissetmezsin. Ya da hissettiğin o yorgunluk bezdirmez seni, bilirsin. 

“Tepede bir çam olamıyorsan,

Vadide bir çalı ol ama ol.

Derenin yanındaki en iyi küçük çalılık

Ağaç olamıyorsan çalı ol”  demiş şair Douglas Malloch.

Kişisel gayretlerin gücüne inan. Hayatın bütüncül anlamı yok belki ama kısacık hayatımız değerli bir anlam taşıyabilir. “Eğer kendiniz için büyük bir umut değilseniz o zaman en azından küçük bir umut olabilirsiniz” diyen Nietzsche’yi haklı çıkarabilir, hatta gün gelir meraklı masum bir yüzü sen de karşında bulabilirsin.

Şaşırma. Hayatın hoyratlığında soğuk şerbet gibi ruhunu ferahlatabilir.

Bir zamanlar çocuk olduğunu anımsa. İstersen kalbinde iki büklüm saklanan yaralı çocuğu iyileştirebilirsin. 

Bütün kışlar sona erer. İlkyaz laleleri, erguvanları ve kır çiçekleriyle karşılar seni.

Gezegenin değil belki ama kendi ufak dünyanın güneşi olmaya ne dersin? Parıltıların kim bilir kimlere dokunacak zaten bilemezsin.

 

(*) Onat Kutlar, İshak, Yapı Kredi Yayınları, s:25.