Elbisesini nazikçe düzeltti… Bir yaz gecesine en çok yakışan rengi seçmişti. Beyaz… Karı anımsatıyordu aslında ama yaz rengiydi işte, çok da sorgulamadı. Kırmızı şarabını özenle kadehine doldurdu. Mutfak tezgâhının üzerinde yığılı olan kirli tabakları görmezden gelip bahçeye doğru ilerledi. Zeytin ağacının altına yerleştirdiği masaya oturdu. Gümüş rengi saçları, bahçenin cılız ışığında yıldız gibi parlıyordu. Sigarasını tablasından çıkardı, usulca yaktı. Dumanı göğe doğru üfleyip havada narince yükselişini izledi. Kadehini eline alıp kaldırdı, zeytine doğru uzattı… “Hani biz güçlü kadınlardık?” dedi yüzünde buruk bir gülümsemeyle. “O zaman şerefimize…”
Başka bir yerde, başka bir kadın ağlıyordu sessizce. Gözyaşlarını yemenisine silip yatağından kalktı. Mutfağa gidip geceden kalan bulaşıkları yıkadı, yere saçılmış tabak ve bardak parçalarını topladı. İçinde bir türkü, nasıl da acıklı. Sözleri aklına gelmiyor ama melodisi kulağında. Saz çalıyor ince ince beyninde, yüreğine dokunuyor. Ama sözleri… “Neyse ne” dedi. Gidip yüzünü yıkadı, gözlerindeki çaresizliği görmezden geldi aynada. Morluklarının üzerini pudraladı. Yumurtaları çıkardı buzdolabından, sahanda yağı kızdırıp kırdı. Peyniri, zeytini koydu bir göz odadaki yer sofrasına. Çocukları uyandırdı öperek, sonra da leş kokan kocasını. “Git bir yıkan” dese yine başına yiyecekti yumruğu. Sessizce oturdu sofrada büyük bir kabullenmişlikle, sobanın üstünde demlenen çayı alıp doldurdu bardaklara. Fazla konuşmadığı için sessiz sanıyorlardı ama içi susmuyordu. Dumanı tütüyordu demliğin, tavana çarpıp oradan damla damla dökülüşünü izledi. Pencerenin önünde duran zeytin ağacının rüzgarla bir o yana bir bu yana savruluşunu izledi. Kendisi gibi… “Hani nerde güvercinin?” dedi, “gelsin kurtarsın beni.”
Başka bir yerde, başka bir kadın şuh bir kahkaha attı olanca dişiliğiyle. Sevgilisinin boynuna uzandı, bir öpücük kondurdu. Birbirlerine bakıp gülümsediler. Rüzgârın serinliğiyle irkilip şalını aldı üzerine, mis gibi havayı içine çekti. Masayı hazırlamak için mutfağa geçti. Bulaşık makinesini açtı, içeriden yükselen buhar yüzünü yıkadı. Döndüğünde sevgilisinin telefonu vardı sadece masada. Işığı yanıp söndü, “Seni özledim.” Baktı, başka bir kadın. Onlarca mesaj ortalığa döküldü telefonu eline aldığında. Olduğu yere çöktü. Hesap sormaya kalksa ne diyecekti ki, olan olmuştu. Sineye çekip devam mı etmeliydi? Bahçedeki zeytin ağacına ilişti gözleri. “Hani,” dedi. “çok seviyordu?”
Uzaklarda bir zeytin ağacı olanca heybeti ve binlerce yıllık güzelliğiyle gökyüzüne kadar yükselen dallarını salladı. Sisli dumanlar sardı etrafını. Güçlü bir rüzgârla uğultusu gökyüzüne karıştı, kulakları sağır edecek kadar güçlü bir melodi çıktı ortaya. Bir bestekâr gelip kulak kabarttı ağaca, söylediklerini yazdı…
“Kökleriniz tutmuyor sizi benimki gibi
Gidebilirsiniz…
Aşk içinizde, umut içinizde, güç içinizde”
Milyonlarca kişi duydu bu şarkıyı, eşlik etti…
Birlikte çok daha güçlülerdi…
Başka bir yerde, başka bir kadın derli toplu mutfağında mis kokulu bir kahve yaptı kendine. Sıcak fincanını elleriyle kavrayıp üşüyen parmak uçlarını ısıttı. Kitabını alıp bahçesindeki koltuğa uzandı. Zeytin ağacına takıldı gözleri ve üzerinde yeni olgunlaşan yeşil zeytinlere. “Siz,” dedi. “birlikte ne kadar da biriciksiniz…”