Hiçbir şey bir anda çürümez. “Sinsi bir zaman dilimi” gerekir. Diş çürüğü de böyle bir şeydir. Önce sana parlak yüzünü gösterir. Sanki hep öyle kalacakmış gibi hissettirir. Sana ömür boyu bir beyazlık vadeder. Oysaki bu “sinsi zaman” içinde bir şeyler olur. İlk kıvılcımlar… Sonun başlangıcı!
İlk başlarda yediklerinle ilgilenmiyormuş gibi yapar. İstersen fındık kır istersen en şerbetli tatlıları götür istersen de bir çocuk gibi bayram şekerlerini peşi sıra ağzına at. Hiçbir şeyine karışmaz.
Sen, “Bana bir şey olmaz.” dediğin anda, gerekli temizliği ve düzenli bakımı yaptırmadığın durumda, o gün giyeceğin sarı gömleğinle uyacak diye bir iki gün dişlerini fırçalamayıp sarımsı kalmasını istediğin anda kaybetmeye başlarsın; o da kazanmaya. Onun fıtratında sabırlı olmak vardır, yıllarca bekler. Hiç acele etmez. Adeta buna iman etmiştir. O, içten içe köküne kadar çürüyecek kanalları haritalandırmış, iltihabını bütün vücudunun hissedeceği azmanlığa gelecek planları yapmıştır kafasında. Uzun yıllar bu sabırlı bekleyişin ardından, beynine ilk acılı sinyalleri göndermeye başlar. İlk başlarda çok bir şey anlamazsın, sızıdır der geçersin. Belki de bir ağrı kesiciyle palyatif çözümlere başvurursun; ama sızının yerini acı aldığında bir şeylerin ters gittiğini anlarsın. Artık en keskin ilaçlar bile yaşadıklarına ve çektiklerine bir fayda etmez. “Biz ne ara bu hale düştük.” diye hayıflanırsın. Bir bakarsın ki iş işten geçmiştir. Bu saatten sonra bu maçı çevirmen çok zordur. Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir. Kurunun yanında yaşın da yanacağını sana acı bir tecrübeyle; dönüşü olmayan bir yol üzerinde, bir reklam panosu gibi gösterecektir. Kısacası ağzının tadını bozacaktır. Sadece dişlerin değildir çürüyen, düşlerin de çürümüştür.
Senin o ilk sızıya kadar olan her ihmalin, o beyaz görünümlü meleğe, kara meleğe evrilmesi için güç verecek. Ağzının mağarasında acılardan kurduğu düzenekle senin tadını kaçıracak, ne yediğin ne de içtiğin şeylerden tat alacaksın. Hatta bir süre sonra yediğine, daha çok da içtiğine karışacak, öyle her önüne geleni ağzına süremeyeceksin.
En kötüsü de, acı da olsa bu bir alışkanlık halini alacak, bununla yaşamayı öğreneceksin. Kangren olmuş kolu kesmek misali, bu çürüyen ve yozlaşmış dişini kökünden çekmek yerine, acısını çekmeye devam edeceksin, ta ki bu çürümüşlüğün verdiği iltihaplanma bütün vücudunu sarıp seni tamamen yok edene dek.
Hiçbir şey bir anda çürümez. Emek harcamadan elde ettiğin ve bu yüzden de kıymetini bilmediğin her şey elinden uçar gider. Önce bir çürükle başlar. Otuz iki ile bu bir çürüğü çarpman, matematikte görülmeyen bir neticeyle sonuçlanır; çünkü elde sıfır diş kalır.
Daha önceden görüp de üzüldüğün dişsiz ağızlara hayıflanırken, onlar için üzülürken, benzer durumun baş kahramanı olmuşsundur. Bir tek siyah noktayı bile yakıştıramadığın o inci gibi dişler, düşlerdeki yerini çoktan almıştır bile. Beyaz düşlerden geriye, içinden artık çıkamayacağın kapkaranlık bir mağara kalır. Son nefesini de o mağarada verirsin.