Güral Asma bir sabah bunaltıcı düşlerden çalar saatin acı sesiyle uyandığında, kendini bir sokak köpeğine dönüşmüş olarak buldu. Gözlerini açar açmaz, uzun burnunun ucundan bedenine dik uzanan ön ayaklarını gördü.
Yataktan kalkmak istediğinde bunun ancak ön ayaklarıyla kendini çekmesi, arka ayaklarının da onlara destek olmasıyla mümkün olabileceğini anladı, panikledi. Bu durum bir an dengesini yitirmesine neden oldu. Neyse ki sanki yıllardır aşina olduğu bir refleksle düşmekten kurtuldu.
Kafasını kaldırdı; masanın üzerinde hafızasını zorlayan iki şarap kadehi ve bir şişe ona bakıyordu.
Bir şişe şarap, üstelik iki kişi… Durumunun içkiye bağlı olmadığı belliydi. Öyleyse? Bir önceki akşamın anıları yavaş yavaş netleşti. Kadına, plazanın giriş katındaki bistroda rastlamıştı. Öncesinde birkaç kez asansörde karşılaşmış, selamlaşmışlardı. Bazı akşamlar eve gitmeden bira içip bir şeyler atıştırdığı bistrodaki bu davetkâr tesadüfle önce sohbet başlamış, daha sonra muhabbet eve beraber gelinecek kadar ilerlemişti. Biraz şarap ve sonrasında fena sayılmayacak bir seksle devam eden güzel bir akşamdı. Kadın giderken “araşırız” demişti. Bu bariz bir şekilde “Gerekirse ben ararım” demekti. Ne de olsa kadın evliydi ve akşam her ne kadar keyifli geçtiyse de bunu sık tekrarlamayı pek tercih etmiyordu besbelli. Farklı kadınlarla buna benzer birçok akşam yaşamıştı ama hiçbirinin sabahında kendini bu durumda bulmamıştı.
Açlık hissi ve mutfaktan gelen kokuyla diğer günlerin aksine bugünün başlangıcındaki ilk adresi tuvalet yerine mutfak oldu. Ağzını sıkı sıkıya bağladığı çöp poşetinden iki gece öncesinden kalan yemek artıklarının kokusu dışarı sızıyordu, ağzı sulandı.
Burnuyla kapağı açmayı denedi. Beceremeyince büyük bir hayal kırıklığıyla tekrar yatak odasına döndü.
Açlık duygusu mu yoksa bir süre yürüyüp devamında işeyerek rahatlama isteği mi daha ağır basıyordu kestiremedi. Bir saat sonra Hayriye Hanım haftalık temizlik için gelecekti. Şanslıydı, en azından birisi kapıyı açacaktı. Kadının köpeklerden korktuğunu hatırladı. Şimdilik pek önemi yoktu, kapı açılır açılmaz dışarı fırlarsa olay çıkmadan kendini sokağa atabilirdi. Evde dolaşmaya başladı, çişini tutmak oldum olası çok rahatsızlık verici bir durumdu. Şimdi bir de yeni burnuyla keşfettiği kokularla iyice dayanılmaz hale gelmişti. Kanepenin üzerine atılmış kıyafetlerine baktı.
İlk defa kendi kokusunu alıyordu. Parfüme karışmış, günün terini emmiş giysilerine sinmiş ten kokusu… Kadınları cezbetmek için fena sayılmazdı. En azından banyo yaptıktan sonra çok daha hoş bir hal alabilirdi. Şimdi kokusu güzel miydi acaba? Bütün köpekler aynı kokmuyordu herhalde… İşe gidemeyeceğini haber vermesi gerekiyordu ama nasıl? Tek patisiyle tüm numaralara aynı anda basarak mı? Zaten başarabilse nasıl konuşacaktı?
“Ben Güral Asma” demeye çalışırken havlamayla boğulma arası bir ses çıkarttığını fark etti. Herkesin amma garip havlıyor bu köpek diyeceği bir ses…
Anahtar sesini duymasıyla hızla kapıya yanaştı, arkasına saklandı. Hayriye Hanım elinde alışveriş paketleriyle eve girer girmez yanından dışarı doğru fırlayıp geçen köpeği gördüğünde çığlık attı. O sırada Güral Asma çoktan merdivenlerden apartman kapısına inmişti bile. Çığlığı duyan birkaç daire sakini dışarı fırlamış ne olduğunu anlamaya çalışırlarken, giriş katındaki Nesime Hanım kocaman kapının önünde patilerini cama dayamış köpeği görünce “Hay Allah sen nerden girdin içeri, bir de içerde kalmış yazık, dur açayım da çık” diyerek Güral Asma’nın kendini sokağa atmasına yardımcı oldu.
İlk işi bir direk bularak dibine işemek olan Güral, rahatlamanın etkisiyle etraftan gelen tüm kokuların sarhoşluğu içerisinde bir çöp bidonundan yükselen, ağzını da en çok sulandıran kokuyu seçerek burnunun rehberliğinde yola koyuldu. Yanılmamıştı, bidonun arkasında birkaç kemik sanki ona özel bir ziyafet için hazırlanmıştı. Yalana yalana büyük bir keyifle yediği kemikler ağzında kıtırdadıkça daha önce bir şey yerken hiç bu kadar büyük keyif almadığını düşündü. Karnı doyduktan sonra şu ana kadar en değerli ve işlevsel organı olan burnunun tüm ipleri ele almasına izin verdi. Kokuların giderek bağırsaklarını çalıştırdığını ve bir an evvel kuytu bir yer bulup kakasını yapması gerektiğini anladı. “Kuytu bir yer mi? Neden ki? Köpekler sokakta istedikleri yere sıçarlar. Bu normal bir şey!” Kaldırımın ortasına kakasını bırakırken hiç utanmamasını garipsedi.
Ağzının kenarları hafifçe yukarı kıvrıldı. Sakin ve amaçsız yürürken uykusunun gelmesine şaşırdı. Eğer hasta değilse şimdiye kadar gündüz uyumaya ne ihtiyacı ne de zamanı olmuştu. İyice bastıran uykuyla yatabileceği bir yer ararken, hiç üşümüyor olması işini kolaylaştırdı.
Bir dükkânın önünde sanki kendisi için özel olarak konmuş gibi duran paspas, keyifli bir öğlen uykusu için ideal görünüyordu, hatta yanında da bir tas su. Böyle insanlar oldukça sırtı yere gelmezdi. Tatlı bir rüyaya dalması uzun sürmedi. Belki de bugüne kadar aldığı en güzel kokunun burnunu okşamasıyla uyandı. Biraz ilerisinde kuyruğunu cinsel organını sergilemek ister gibi havaya kaldırmış başka bir sokak köpeği gördüğünde kendininki sertleşti.
Beğenilip beğenilmeyeceğine ne kadar konuşup ne kadar susması gerektiğine dair kuşkuları, korunma konusundaki kaygıları, karşı tarafın ne düşüneceğini ne isteyeceğini bilmemekten kaynaklanan çekinceleri, hatta birlikte olacağı dişiye ait daha önceden kafasında belirlemiş olduğu tüm özelliklerle ilgili beklentileri anlamını yitirmiş, bir tek o ana dikkatini vererek ilk defa düşüncelerinin bütün hafifliğiyle hedefine kitlenmişti.
Sadece istiyordu ve bunun için bir engel görmüyordu. Dişi sokak köpeğinin yanına gitti, biraz koklaştılar ve Güral bir punduna getirip arkasına geçti. Her şey olup bittikten sonra bu basitliğin ne kadar doğal olduğunu düşünerek bu yeni halini bir hediye olarak kabul etti.
Bundan sonra çalışması gerekmeyecekti. İllaki çöplerden bulunacak birkaç kemik, birkaç yemek artığı olurdu. Aybaşında ev sahibi kapısına dayanmayacaktı. Bütün sokaklar, bütün dükkân önleri onun yatağıydı artık. Sokaklarda istediği kadar seks yapabileceği dişi köpek vardı. Bir şey üretmiyordu evet ama daha önce ürettiklerinden kendisi faydalanabiliyor muydu ki? Birileri için çalışıyor, kazandığı paranın bir kısmını yemeğe, yatmaya ve sevişmeye, kalanını da bunları daha keyifli ve havalı hale getirecek eşyalara harcıyordu. Şimdi bunların hepsini çalışmadan yapabileceğini görmüştü. Peki ya diğer insanlar? Dostları, arkadaşları, ailesi? Karşılık beklemeden kendisiyle ilişki kuran kim vardı hayatında? Birkaç köpekle koku avına çıkmanın birkaç arkadaşla içki masasında sohbet etmekten ne eksiği olabilirdi. Derdi yoksa derdini anlatacağı bir dosta da ihtiyacı yoktu. Aileyse bunca yıldır her şeyi ondan görecekleri ilgi ve bakımın hesabıyla yapmış birkaç kişiden ibaretti. Çalışıp para kazanmasa demediklerini bırakmayacak, onu başlarından atılması gereken bir yük gibi göreceklerdi. “Tekâmül?” dedi içinden insani bir ses. Bu sefer sinirli bir şekilde havladı! İhtiyacı yoktu. İnsanken okumanın, düşünmenin yaşadığı hayata bir faydası olduğunu kim iddia edebilirdi? Sadece mutsuzluk, çaresizlik, isyan, tekrar mutsuzluk ve kayıtsızlık… Çürüyen beden, iflas eden akıl…
Yıllardır hissetmediği bir hafiflik ve özgürlük duygusuyla yürümeye devam etti. Huzurunu birilerinin bağırışları bozdu.
“Yapmayın, ne zararları var, onlar bizim en iyi dostumuz, yapmayın!”
“Vahşiler, ne istiyorsunuz bu canlardan!”
“Hiç mi vicdanınız yok sizin! Katiller!”
Boynundan bir halkayla yakalanmış, sopalarla çekilen birkaç köpeğin arka kapısı açık, içinde kafesler bulunan bir kamyona sürüklendiğini gördü. Ne olup bittiğini anladı; kaçmaya yelteniyordu ki boynuna geçirilen iple kamyona doğru sürüklendi. Havlayarak “bırakın beni” demeye çalıştı, boğazından sadece acı bir hırıltı çıktı. Kamyona çekildi önce kafesin sonra da kamyonun kapısı kapandı. Geriye karanlık ve havlamalar kaldı…
NOT: Kafka’nın Gustav Janouch’la konuşmalarından (1920-23):
“İngilizce kitabı ceketin cebinden çıkardım, Kafka’nın önüne, yatağın üstüne bıraktım (…) Ona Garnett’in kitabının (Davit Garnett – Lady into Fox – Tilki Olan Kadın) Dönüşüm’ün yöntemini kopya ettiğini söylediğimde, dudaklarında yorgun bir gülümseme belirdi ve kabul etmediğini belirten küçük bir el hareketiyle şöyle dedi: Hayır! Yöntemi benden almadı. Bu yöntemin kaynağı, içinde yaşadığımız zaman. İkimiz de zamandan kopya ettik. Hayvan bize insandan daha yakın. Parmaklık burada. Hayvanla yakınlık kurmak, insanlarla kurmaktan daha kolay. (…) Herkes beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor. Şimdi hayvanlarla ilgili bunca şey yazılmasının nedeni de bu. Özgür ve doğal bir yaşama duyulan özlemin ifadesi. Oysa insanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var. (…)”