Reyhan’ın dişleri arasına sıkıştırdığı bez parçası sırılsıklamdı. Odada keskin bir kan ve ter kokusu vardı. Ebeyle Fatma’nın telaşlı fısıltıları arasında, son bir çaba… Ve sonra… Bir çığlık.
Bu Reyhan’ın çığlığı değildi. Daha tiz, daha saf, daha güçlü bir ses yankılandı duvarlarda. Yeni doğan bebek, ciğerlerini boşaltırcasına ağlıyordu. Bu ağlama, sıradan bir bebek feryadından çok daha fazlasıydı – adeta bir meydan okumaydı.
Fatma bebeği kundağa sararken elleri titriyordu. “Gözünüz aydın,” dedi solgun dudaklarıyla. “Bir kızınız oldu.”
Kapı eşiğinde bekleyen Hasan’ın yüzündeki heyecan bir anda söndü. Kaynanasının gözlerinde ise gizli bir zafer ışıltısı belirdi.
Reyhan, ter içindeki yastığa yapışmış saçlarını geriye iterek bebeğini istedi. Minik beden kucağına yerleştiğinde ona baktı. Kızarmış, buruşuk yüzünde olağanüstü bir ifade vardı; sanki bu dünyaya kırgın gelmişti.
“Ne kadar da…” Reyhan sözünü yarıda kesti. Çirkin diyecekti ama vazgeçti. Bunun yerine bebeğin sıkılı yumruğuna dokundu. Küçük parmaklar anında onunkine yapıştı.
Odanın penceresinden içeri vuran sonbahar güneşi bebeğin yüzüne düştü. Reyhan bu çocuğun gözlerinde, kendisininkinden çok daha güçlü bir iradenin parladığını gördü.
Dışarıda, avluda bekleyen komşu kadınların dedikodulu fısıltıları duyuluyordu: “Yine kız oldu diyorlar.” “Hasan’ın bahtı kara.” “Reyhan’ın morali çok bozulmuştur.”
Ama Reyhan artık onları duymuyordu. Bebeğinin kulaklarına eğildi ve fısıldadı:
“Ağla kızım. İlk isyanını böyle haykır. Bundan sonra daha çok sebebin olacak.”
Ve bebek, sanki bu sözleri anlamışçasına yeniden ağlamaya başladı. Bu sefer daha gür, daha inatçı, daha meydan okuyan bir çığlıktı bu. Duvarlarda yankılandı, avludaki kadınları susturdu, Hasan’ı şaşkına çevirdi.
Reyhan ise ilk kez o gün gülümsedi. Bu kız, onun sessiz çığlıklarının sesi olacaktı.