Erenköylü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğdu. Avusturya Lisesi’ni bitirdikten sonra çevirmen olarak çalışmaya başladı. "Bütün Dünya" ve "Elele" dergileriyle çeşitli firmalarda sözlü ve yazılı tercümanlık yaptı. Emekli olduktan sonra öykülerine daha fazla zaman ayırabildi. "Mavi Öyküler", "Her Zamanlı Kadınlar" ve "Gölgem Gölgelere Karıştı" adında üç öykü kitabı; ayrıca "Mavi Bebek Masalları" adında bir çocuk kitabı vardır. Kızı ve torunuyla birlikte hâlâ Erenköy’de oturuyor.

Lütfen buraya girme!”

“Ama sevgilim temizlik yapıyorum, atölye pis mi kalsın?”

“Evet, daha yaptığım resim kurumadı. Gereksiz bir temizlik için toz kaldıracaksın ve son eserimin içine sıçılacak.”

“Ama sen girip çıktıkça pislik eve dağılacak.”

“Karıcığım lütfen atölyenin kapısına ıslak bir bez ser ve bu önemli sorun böylece çözülsün.”

“Tamam anlaşıldı.” Kadın kapıyı kapattı, kızına dönüp “Sen de doğru odana. Tozların içinde dolanıp durma, biraz oyuncak oyna.”

“Ben oyuncak istemem, baba resim bakmak isterim.”

“Tamam kızım seni de anladım. Koridoru sileyim sonra birlikte bakarız.”

Kadın kan ter içinde koridoru boydan boya hızla silerken karanlık bir tünelin içinde ilerlediğini düşündü. Islaktı, yapış yapıştı yerler, duvarlarda sürüngenler, sümüklü böcekler geziniyordu.

Sonunda temizlik bitti. Kadın doğruldu. Yer sildiği bezi kovanın içinde çalkalayıp sıktı ve gidip kocasının çalıştığı odanın kapısına özenle serdi. Kızını çağırıp atölyenin kapısını tıklattı.

“Kız yaptığın resme bakmak istedi, gelebilir miyiz?”

“Temizlik bitti mi?” Kadın başını salladı. “Gelin o zaman, ama dikkatli olun. Bu öyle sıradan bir resim değil, sanat eseri. Sakın değmeyin, yağlıboya daha kurumadı.

Kadın ve çocuk el ele resme uzaktan baktılar.

Arka planda buğday tarlaları vardı. Van Gogh sarısı başakların önünde yumuşak bir mindere uzanmış çırılçıplak bir kadın elinde tuttuğu limonu izleyenlere doğru uzatmış ‘Alsana!’ der gibiydi. O limon alındığında, sıra kadının önünde cam bir kâsenin içinde sarı sarı parlayan limonlara gelecekti. Bu çok belliydi; çünkü ışık, kâsenin üzerinde yoğunlaşmış, böylece ilk bakışta fark edilmesi sağlanmıştı.

Ressamın karısı hiçbir anlam veremedi gördüklerine. Kimdi bu dar kalçalı koca memeli kadın? Neden ressama uzatıyordu elindeki limonu? Sorularını kendine sakladı. 

Kocasına dönüp, “İyi iş çıkarmışsın,” dedi. “Arka plandaki sarıyla öndeki limonların sarısı iyi bir kontrast yaratmış. Kadın biraz flu, ancak bilerek yaptın sanırım.”

“Elbette bilerek yaptım. Diyorum sana bu bir sanat eseri.”

“Neden olmasın?”

Ressam kızgın baktı karısına ve çıkıştı “Bu nasıl cevap? Sen eserlerimin gerçek değerini anlayamıyorsun.”

O sırada kapı çalındı.

Kadın sordu, “Birini mi bekliyorsun?

“Evet sanat galerisinden gelecekler. Sergim için resim seçeceğiz.”

“Keşke önceden haberim olsaydı, en azından üstümü değiştirirdim.”

“Boş versene, sana değil bana geliyorlar. Sen koş kapıyı aç yeter.”

Kadın hızla koşup kapıyı açtı. Gelen süslü bir kadındı. Üstelik dar kalçalı ve koca memeli.

“Ressam evde mi?”

“Evet, sizi bekliyor.”

“Siz de karısı olmalısınız.”

Kadın koca memeliyi atölyeye yönlendirirken evet der gibi başını salladı. Kocası güler yüzlüydü şimdi. Atölye kapısının önünde durmuş, kollarını kocaman açmıştı. Sarıldılar. Çocuk annesinin kucağında hayretle babasına bakıyordu. 

Birden o da annesine sarıldı ve “Anne, hadi limonata yapalım şimdi,” dedi.

Kadın sordu, “Siz de alır mısınız?”

“Ah evet,” dedi koca memeler. Kocası sadece sırıttı.

Memeleri büyük olduğundan beli incecik görünüyordu.

Kadın, kızı kucağında mutfağa doğru giderken içinden çığlıklar yükseliyordu. ‘Ressamın karısı, evet o benim. Benim bir kişiliğim yok. Kızımın annesi, ressamın karısıyım.’ Limonları sıkıp şeker ve naneyi katarken aynı şeyleri tekrarlıyordu. ‘Ressamın karısı, çocuğun annesi… Adın ne senin, ha desene bana, adın ne be kadın?’

Tepside iki buzlu limonata atölyenin kapısını açıp girdi. Camdan yansıyan güneş, kadının sol omuzunu yalayarak tam iki memesinin ortasını aydınlatıyordu. Kocasının gözü de tam o aydınlıktaydı.

Çocuk, odasında oyuncaklarıyla oynuyor ve limonata içiyordu. Kadın kendi odasında yatağa oturup duvara bakmaya başladı. Yan odadan gülüşmeler geliyordu. Sonra bazı fısıltılar duydu. Kalkıp kulağını duvara yasladı, ancak anlayamadı. Suratı limon yemiş gibi buruldu. Konsolun aynasına baktı, zoraki gülümsedi. Saçlarını taradı. Dudaklarını ve gözlerini boyadı. Gene de gülmedi yüzü. Kızı yanına gelince ona sarıldı ve onun da saçlarını taradı. 

“Hadi gel babaya en sevdiği tatlıyı pişirelim.”

Çocuk sevindi. Birlikte mutfağa gittiler. Kadın onu tabureye çıkarttı ve eline bir kaşık verdi. Hazır Puding paketini açıp üstüne süt ekledi. Bir limonu ikiye kesip yarısını çatala geçirdi ve onunla karıştırmaya başladı. Anne kız sütün içinde çatal ve kaşıkla dolanırken kadın limon ağaçlarının altında kocasıyla ilk seviştiği günlere doğru döne döne ilerledi.

O yaz Arkeoloji Fakültesi ikinci sınıftaydı Rüya. Bodrum civarında kazılarda gönüllü olarak çalışıyor, yerin altında değerli ne varsa çıkartmak istiyordu. Beş parasız ressam Şenol “Hey Yavrum Hey” adlı restoranda garsondu. Bir gece ekip kazıdan sonra yemeğe gelince tanıştılar ve bir daha hiç ayrılmadılar. Restoranın arkasındaki dalları toprağa kadar sarkan limon ağaçları onların ilk evi oldu. Aşka inandı Rüya, ressamın karısı olmak hoşuna gitti. Şenol akademiyi bitirip evin bir odasını atölye yaptı. Resim satarak yaşamaya başladılar. Rüya anne olunca kazı günlerini rüyasında görür oldu. ‘Kızımı büyütür, kaldığım yerden devam ederim’ umuduyla yeni yaşamına tutundu.

Tatlıyı küçük cam kaplara döküp üzerini ceviz ve limon kabuğuyla süslediler. Karınlarını doyurup çocuk odasına gidip yan yana uzandılar. Limon kokulu parmaklarını koklayarak aldırmaz ve umursamaz bir uykuya daldılar. Atölyeden hiç ses gelmiyordu.

Ressamın karısı gecenin bilmem hangi saatinde dürtülerek uyandı. Koca memeler çoktan gitmişti. Kocası ve kızı uyuyordu. Usulca kapısını açıp atölyeye girdi. Kapıya serdiği ıslak bez çoktan kurumuş, artık hiçbir işe yaramaz olmuştu. Işığı açıp kadının memelerine bir daha baktı. Bir kavunu kesip yarısını sağa yarısını sola yerleştirmiş gibiydi. Nasıl şey bu memeler diye düşünürken başını eğip kendininkilerini gördü. Yarım limon kadardı onunkiler.

“Anlıyorum” dedi kendi kendine konuşur gibi. “Şimdi anlıyorum, kocam bu resimle ne demek istiyor. Eve geç gelmelerini, kabalaşmalarını, sevgisiz davranışlarını şimdi anlıyorum. Neden daha önce farkına varamadım…Limon başka bir kadının avucunda. İşte bu en açık anlatım.”

O gece kocasının resim yaparken giydiği boyalı gömleğe sarılıp uzun uzun ağladı Rüya. Aşk yeniyken güzeldi. Onların limonu çürümüştü çoktan.

Sabah kocasına kahve götürdü kadın. Adam erken kalkıp atölyede çalışmaya başlamıştı. Hiç konuşmadılar, sadece kısa bir süre bakışları karşılaştı. Kızı uyanana kadar küçük bir çanta hazırladı. Mutfakta akşam kocasının yediği boş puding kabını bulunca gülümsedi. Ona modellik eden içi limon dolu cam kâseyi mutfağa geri getirdiğini fark etti. Ucu zamklı kâğıda ‘Buraya kadar, ressamın karısı’ yazıp kâsenin üzerine yapıştırdı. Kahve içerek kızının uyanmasını bekledi. Kâseden aldığı birkaç limonu çantasına yerleştirirken ‘Gidince anneme de limonata yaparım’ diye düşünüyordu.