Elinde duran kitaptan içi sıkılarak kaldırdı kafasını. Bıraktı elinden kitabı, hatta bırakmadı da sanki elini yakıyormuşçasına fırlattı. Oturduğu koltuğun tam karşısında, duvarda asılı duran takvime gözlerini kısarak baktı. Göremedi. Yakın gözlüğünü çıkarıp sehpada duran uzak gözlüğünü alıp taktı. Takınca gördü. Görünce fark etti. Doğum günüydü. Bir takvim haber etmiş. Kaçırıyorum hayatı, yazıyordu kitapta. Onun hayatı da kaçıp gitmiş elinden.

Gözlerini takvimden aşağıya, kanepeye çevirdi. Ağzı açık geçirdiği gündüz uykusundaydı kocası. Yaşlılıkla küçülmüş bedeni kendini salmıştı olduğu yere. Baktı, durdu o bedene. Kocasının, gençken ona yakıştığı düşünülen zayıflığı yaşlılıkla gözüne iyice kötü görünmeye başlamıştı. Biraz daha et görmek istiyordu bu bedende sanki. İyi olurdu ya, biraz daha et, belki teni de koltuğa bol gelip buruşmuş bir döşeme gibi değil de daha ona ait gözükürdü. Belki gençken bir ara beğendiği o iri, siyaha kaçan koyu kahverengi gözleri o kemikleri sayılan başında böylesine dipsiz birer çukur gibi gözükmezdi. Belki daha fazla neşe, daha fazla samimiyet vaat ederdi. Biri televizyonun kumandasını tutmuş, diğeri kanepeden aşağıya doğru düşmüş o vücuduna fazla büyük gelen nasırlı elleri o zaman daha tutulası olurdu. Seneler içinde her gün karısına tahammülü öğreten karakteri ise herhangi bir et parçasıyla değişemezdi. Karşısında yatmakta olan, ömrünü yan yana ama ayrı geçirdiği, gençken bir ara hoşlandığı bu adamı hiç sevemedi. Sevemediği bir adamla ise neredeyse bir ömür geçirdi.

Tekrar gözlüğünü değiştirip, telefonunu eline aldı. Takvimden öğrendiği doğum gününde kimse onu aramış mıdır diye kontrol etti. Acaba aradılar da ben mi duymadım, dedi kendine, öyle olmasını umut ederek. Birkaç mesaj vardı, arkadaşlarından gelen. Arkadaş grubunda Sema hatırlamıştı da herkesin öyle haberi olmuştu. Sema unutamazdı Nilay’ ın doğum gününü, kendi evlilik yıldönümüyle aynı gündü. Cevapsız arama yoktu. Oğulları aramamıştı. Sabahtı daha oldukları yerde, belki gün bitmeden ararlardı, belki de aramazlardı.

Telefonu da bıraktı elinden. Mutfağa geçti. Yemek yapmalıydı belki ama canı hiç istemedi.

Hazırlandı. Şubat soğuğuna yaraşır bir hava vardı dışarıda. Soğuktan medet umdu sarıp sarmalanmak için. Giyindi sıkıca, bu sevdiği havanın koynuna girmeye hazırlandı. Kapıdan çıkmadan önce kanepede yatmakta olan kocasına baktı. Biraz daha. Aklına bir düşünce, kalbine bir duygu yerleşemeden evden çıktı.

Evinden apartman girişine inene kadar hafifçe terletmişti kalın giysileri. Apartman kapısından çıkar çıkmaz onu karşılayan soğuk rüzgâr rahatlattı. Derin bir nefes çekti soğuktan. Soğuk sardı dört bir yanını. Evinin önünden geçip sahile kadar inen yokuşlu yolu takip etti. Bazı yerlerde kaymamaya çalışarak, dikkatle inerek sonunda sahile vardı. Çok az insan vardı. Olanlar soğukla temaslarından hoşlanmayarak, yüzlerini buruşturmuş halde, içerisini gönüllerince ısıttıkları evlerine, ya da başka sıcak bir yere varabilmenin telaşıyla yürüyorlardı. Nilay acele etmiyordu. Onun için bu soğuk rüzgâr, dalga sesi senelerdir ona kendini hatırlatıyordu. O yüzden onunla kalabildiği kadar kalıyordu.

Salep aldı sahil gazinosundan, karton bardakta. Meşhurdu buranın salebi. Biraz daha yürüdükten sonra, limana giriş yapan gemileri, balıkçı teknelerini, limanın yanında uzanan tepeleri, o tepelerin üstünde bayram sabahını karşılayan etekli bir kız çocuğu gibi rüzgârı bulduğuna sevinmiş dönen rüzgâr türbinlerini görebileceği bir yerde banka oturdu. Salebini uzun uzun kokladıktan sonra yudumlamaya başlayıp anısını çağırmak için kurguladığı bir doğum gününde daha geçmişe gitmek üzereyken, bir kedi oturdu yanına. O anısındaki insana hayat verdi sanki bir anda. Salebi bitene kadar soğukla ve anısıyla kol kola oturdu.

Sonunda üşüdü. Onu saran soğuk artık acıttı. Banktan kalktı. O kalkınca kedi de kalkıp başka yöne gitti. Eve doğru yürürken telefonu çaldı peş peşe. Önce Selim, sonra Yılmaz aradı. Annelerinin doğum gününü kutladılar. Torunlarının sesini duydu arkadan, yüreği yaşam doldu.

Eve gittiğinde kocası kanepedeydi hâlâ. Elinde sıkıca tuttuğu kumanda artık yerde, ekranda bir tartışma programı, kendi ise gürültülü bir uyku içerisindeydi. Nilay kitabını eline aldı tekrar. Bekledi. Devam etti kitabına, yalnızlığına. Hep bekledi.