Prof. Dr. Aslı Tunç, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya bölümü öğretim üyesidir. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda iletişim lisansı ve Anadolu Üniversitesi’nde sinema-televizyon yüksek lisansından sonra iletişim alanındaki doktorasını 2000 yılında Philadelphia’daki Temple Üniversitesi’nden aldı. Bir yıl boyunca Amerika’daki aynı üniversitede iletişim kuramları ve küresel iletişim üzerine dersler veren Tunç, çalışmalarını 2001 Eylül’ünde Türkiye’ye döndükten sonra medya ve demokrasi, dijital aktivizm, sosyal medya ve toplumsal cinsiyet konuları üzerine yoğunlaştırdı. Mart-Eylül 2020’de Güney Florida Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2020 Ağustos -2024 Mart tarihleri arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Rektör Yardımcısı olarak çalıştı. Tunç’un İngilizce ve Türkçe akademik makaleleri, kitap bölümleri ve uluslararası raporları bulunuyor.

Üniversitedeki odamın kitap rafında, çalışırken göz hizamda olacak şekilde yerleştirdiğim minik bir plaka var. Ünlü Rönesans heykeltıraşı Michelangelo’nun sözünün yazılı olduğu, mermerden yapılmış bir replika. Üzerinde I am still learning sözü kazılı. Hâla öğreniyorum, Ancora imparo.

Büyük üstat bu sözü 87 yaşında söylemiş. Bu basit görünen cümledeki anlam derinliğini Floransa’daki Uffizi Galerisi’nin koridorlarında dolaşırken tekrar düşündüğümü hatırlıyorum. Michelangelo’nun, 13 yaşında çizim ve fresklerle başlayan boyama tutkusu, 18 yaşında mermeri yontma denemelerine evrilir. Anatomi öğrenmesi gerekmektedir. Ama nasıl? Bir papazla kurduğu dostluk sayesinde işi gizlice kadavraları kesip biçmeye kadar götürür. İnsan bedenini tam anlamıyla yansıtabilmek için bir kış boyunca yirmi ölüyü lime lime ayırıp onları karakalemle çizdiği yazılır. Sanat tutkusu ve öğrenme aşkı çılgınlık sınırındadır. Michelangelo, bugün Uffizi’de sergilenen nefes kesici David heykelini, 1501 yılında, beyaz Carrara mermerinden yonttuğunda 26 yaşındadır. “Her mermer bloğunun içinde bir heykel gizlidir, heykeltıraşın görevi onu keşfedip açığa çıkarmaktır,” der Michelangelo.

Cehaletin kutsandığı, sabrın hor görülüp hızın yüceltildiği, vasatın yapış yapış bir şekilde dünyamızı kuşattığı bu zamanda, bir dehanın, ölümüne yakın sarf ettiği “Hâlâ öğreniyorum” sözünü unutmamak gerekir. Öğrenmek; kitapların, sınavların, okulların, derecelerin çok ötesinde, hayata karşı duyulan çocuksu bir merakı her daim canlı tutabilmektir aslında. Peki öğrenme serüvenimizde bize eşlik eden, bizi biz yapan kişiler ve kurumlar kimlerdi?

Beş asır öncesinden süzülüp gelen bu düşüncelerle, yaşantımın yedi yılını geçirdiğim lisemin önünde duruyorum. Geleneksel bir mezunlar buluşması bu; her yaştan, her dönemden insanın neşe içinde katıldığı, çocuklarına ve sevdiklerine kendi geçmişlerinden önemli bir parçayı gösterdikleri özel bir gün. Okulun renkleri olan yeşil-sarı balonlar her yeri kaplamış; yüksek desibelli müzik, çimlerde koşuşturan çocuklar, hasretle kucaklaşan insanlar, gülen yüzler… Okulumuzun simgesi “martı”. Her birimiz bir martı olup uçmuşuz işte bir yerlere; kimimiz başka şehirlere, ülkelere, bambaşka hayatlara. Bugün, savrulmuşluğumuzu bir günlüğüne toparlama iyimserliğindeyiz. Dünya yansa da, savaşlar sürse de, masum insanlar zindanlara kapatılsa da karamsar olmaya hakkımız yok bugün. Karanlık gündemden, birkaç saatliğine de olsa, bir mola aldık.

Yenilenmiş sınıfları geziyoruz; koridorlar ve merdivenler aynı kalmış ama sevdiğim tebeşir, karatahta ve o rahatsız iki kişilik sıralar yerlerini modern, konforlu bir ortama bırakmış. Etrafımdaki mezunlara bakıyorum. Köklü ve başarılı bir devlet okulunun içimize ektiği aydınlık düşünce tohumları tutmuş gibi. İyimserliğimiz temelsiz değil neyse ki. Minik bedenler için tasarlanmış sınıf sandalyelerine sığışmaya çalışıyoruz. Şakalar, kahkahalar, dönemin lakapları havada uçuşuyor. Efsane kimya öğretmenimiz Şule Kaymakçalan, üzerinde periyodik tablo baskılı tişörtüyle sınıfa giriyor ve hâlâ akıllarımızda kalan sözünü yineliyor: “liquids vaporize at all temperatures.” (Sıvılar her derecede buharlaşır). Kimyada zorlanan çocuk halim, bugünkü yetişkine gülümsüyor. Bu okulun bir köşesinde hâlâ birer “ebedî öğrenci”yiz. Ne de olsa burada en çok dostluğu, cesareti, her şeye rağmen bu topraklarda sağlam durmayı ve umudu öğrendik.

Güneşli bir günün sonunda, eski dostlarla vedalaşırken hayata karşı merakımı canlı tutan okulumu minnetle selamlıyorum. Kulağımda Michelangelo’nun o Latince fısıltısı: Ancora imparo.