Buket Arbatlı, Burdur’da doğdu. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi’nde Radyasyon Onkolojisi Uzmanlığı eğitimini tamamladı. Uluslararası ilaç firmalarında genel müdürlük ve özel hastane zincirlerinde hastane direktörlüğü yaptı. Öyküleri Notos, Sözcükler, Öykü Gazetesi dergileri ve dijital edebiyat sitelerinde yayımlandı. Sel Yayınları’ndan 8 Mart 2020’de çıkan “Erkeklere Her Şey Anlatılmaz” isimli öykü kitabı var. Evli ve bir çocuk sahibi.

         Balkona tünemiş üç tombul güvercine benziyorlar. Benzetme benim değil, Korhan’ın. Her gördüklerinde ona tezahürat yapan karşı apartmandaki komşularla dalga geçiyor ama bu durumdan hem gururlanıyor hem hoşuna gidiyor. Söylemese de biliyorum. Aslında duyguları değişken. Bazen anlayışlı bazen yok sayacak denli umursamaz, çoğu zaman korkuyla karışık. Geçmişin karanlık bir noktasında tam tersi rotaya çevrilmiş yaşamların bilinmezliği, kendi başına aynı şeyin gelme olasılığı. Korhana bunları söylesem, eminim reddeder, o her şeyi düz çizgi netliğinde görür, karmaşık ip yumağı şeklinde bakan benim.

         Kurtuluş’ta kot farkı yüzünden alt sokaktaki evlerin üçüncü katıyla aynı hizadayız. Tombullar sokağın en döküntü, boyasız, çatısız evinde oturuyor. Hava zehir gibi soğuk olsa da eğer yağmıyorsa onlar balkonda. Günün her saatinde yüzlerinde ağır makyaj, tırnaklar bir gün ojesiz değil, yaz kış memeler ortada, şen kahkahalar atıyorlar. Bu balkon sevdasının nedeni kırmızı saçlı hariç diğer ikisinin sigaraları birbirine eklemesi mi bilmiyorum. Ev kokmasın diye düşündüklerini hiç sanmam. Belki de öyledir, hayatım önyargılarla dolu. Kırmızı saçlı devamlı fal bakıyor. Kahve fincanları balkon duvarına diziliyor. Telve fotoğraflanıyor, artık kimlerle paylaşılıyor bilmiyorum. İnsanın falı günde kaç kez değişir?

         Kıskanıyormuşum. Yok artık. Onlardan mı? Kocamı annesinden bile kıskandığım doğru ama o bunu bilmiyor. Bilse, dilinden kurtulamam. Zaten bu salak tombullar her gün egosunu şişiriyor onun. Korhan camda belirsin, balkondan Simbayı çağırsın, hemen laf atıyorlar.

         “Biz gelelim canım, Simbayı ne yapacaksın?”

         Ardından bir kahkaha tufanı. Salak kedi sadece adını duyunca geliyor. Onların kahkahasına katılan Korhan’ı kolundan içeri çekiyorum hırsla. Kediyi çağırmak bana kalıyor. Hele geçen gün yaptıklarına ne demeli? Korhan’ın çalıştığı şirket kapandı, elimizdeki para kısıtlı, temizlikçi çağırmayalım dedik. Ben camları hallederim, diye atıldı kocam. Canıma minnet, banyoyu dip bucak temizlemeye başladım. Epeydir boş vermişiz, her yeri bok götürmüş. Seslerini duyunca irkildim. Banyodan duyulduğuna göre iyice azıttı bunlar, Korhandan ses yok. Onu cam silerken görünce, kim bilir ne yakası açılmadık laflar etmişlerdir? Elimde lastik eldivenler, önü ıslanmış eşofmanımla balkona koştum. Al işte, Korhan ağzı kulaklarında sırıtıyor.

Hayretsin yani. Hoşuna gidiyor bunların lafları. Yüz vermiyorsan ben de neyim?”

Hayda, kime yüz veriyorum? Gırgır yapıyorlar, ciddiye alıyorsun. Asıl hayret olunacak sensin. Deli gibi bağırıyorsun.”

         Elindeki bezi kovaya fırlatıp içeri gitti. Karşı tarafta çıt çıkmıyor. Korhan’ı boğabilirim, şu sefillerin önünde rezil etti beni. En iyisi bir şey olmamış gibi içeri kaçmak. Elimde değil, dönüp baktım.

         “Şu kezbana bak,” dedi takma kirpikleri yelpaze gibi gözlerini örten. Aslan gibi oğlanı bulmuş, cam sildirdiği yetmiyormuş gibi çemkiriyor bir de.”

         Kahkahadan kırıldılar. Banyoya yürürken gözümden yaşlar iniyor. Korhan’ın söylenmelerini duyuyorum. Bir adama yapılacak en büyük hakaretmiş. Geri zekâlı, onlarla bir olup gülme o zaman. Hiç cevap vermedim, özür de dilemedim.

         Ertesi gün ev sahibine çıktım. Mösyö yoğurttan ibaret öğle yemeğini yemiş, kahve için beni bekliyor. Apartmanın en genç çifti olduğumuzdan bize sevgisi daha doğrusu ilgisi büyük. Her gördüğünde ne zaman bebek sahibi olacağımızı soruyor. Apartmana en son bebek on altı yıl önce gelmiş. Korhan işsiz, bebeğin sırası mı?

         Kahvenin ardından likörden bir yudum aldım. Yüzüm buruştu. “Nasıl buldun? Yeni bir şey yapın, dedim evdekilere. Kara incirden yapmışlar.”

         Uzun kemikli parmaklarını birbirine dolamış bakıyor. Üstünde ütüden parlamış kahverengi pantolon, aynı renk süveter. Yaka düğmeleri sımsıkı bağlı gömlek. Zenginliği apartmanın dilinde olan Mösyöyü bir gün farklı kıyafetle görsem, tanımadan yanından geçer giderim herhalde.

         “Şahane,” dedim.

         Arkasına yaslandı. Arkaya uzanan koridora bir bakış attı.

         “Fazla tatlı,” dedi fısıldayarak. Aramızda kalsın.”

         “Jirayr bey amca. Zaten uğrayacaktım nasılsınız diye ama bir derdimiz var. Şu arka apartmandakiler.”

         Kimden söz ettiğimi anladı mı? Sulu pörtlek gözlerinde ışık yok.

         “Siz üstte kalıyorsunuz, onların farkında mısınız bilmiyorum. Devamlı balkonda oturan o üç…”

         Tutuldum bir an. Onlar için doğru sıfat ne? Kadın tabii, en azından dış görünüşleriyle. Ruhlarıyla da mutlaka. Ameliyat olmuşlar mı? Ne önemi var, ben onların cüretlerine, ataklıklarına, neşelerine kızgınım. Asla olamayacağım, olmamak için yetiştirildiğim hallerine bozuluyorum. Dertleri Korhana olta atmak değil eğlenmek. Biliyorum ama dahil edilmediğim o eğlenceden tiksiniyorum. Yerim olmadığından değil, belki ilk sataşmalarında gülebilseydim, bir laf da ben çaksaydım devam etmezdi belki. Arkadaşlarının taktığı zavallı çocuk gibiyim.

         “Biliyorum, bilmeyen mi var,” dedi Mösyö.

         Kocaman elleriyle görünmeyen sinekleri kovdu. Ağzının kıvrımlarında sinsi gülüşler.

         “Diğer apartmanlar, esnaf şikâyet etmiş, nafile,” diye devam etti. “Meraklısı çokmuş bunların. ‘Apartmanın önüne gelip giden arabaları görsen,’ dedi Sami Bey. Emniyetten amir bile varmış.

         “Korhana taktılar Jirayr bey amca. Çok rahatsız. Utanıyor, kimseye söyleyemiyor. ‘Mösyöye giderim. O bir çözüm bulur,’ dedim.”

          “Dişinizi sıkın biraz. Ev müteahhite verilmiş, yıkılacakmış altı aya. Korhana söyle, erkek adam utanır mı ya?”

         Gıdaklamaya benzer bir gülme tutturdu. Ayaklarımı sürüyerek döndüm eve. Korhan, canım sevgilim, ıslık çalarak yemek yapıyor.

         Karşıdakiler sonraki günleri ya daha azıtarak ya da günlerce bizi unutup, baş başa verip konuşarak geçirdi. Ardından hiç görmediğimiz biri geldi bunlara. Kirli sakalı suratını tilkiye benzetmiş, kulağın hemen üstünde saçına kazıtılmış iki çizgisiyle uzak kabilelerin savaşçısına benzeyen adamı görünce o tarafa bir daha hiç bakmadım. Ne zaman başımı çevirsem adamla göz göze geliyorum. Evden çıkmıyor, tombulların olmadığı saatlerde ayaklarını balkon duvarına uzatarak telefonunu kurcalıyor. Kadınlar varken onlarla hiç ilgisi yokmuş gibi, balkonun diğer ucunda gökyüzüne, apartmanların camlarına, aşağıdaki ağaçlara bakarak geçiriyor zamanını. Sadece kızıl saçlı konuştuğunda gözünü ondan alamıyor. Bitmek bilmeyen falları dinliyor. Gece olduğunda yok oluyor adam. Korhana sataşmaktan vazgeçtiler mi? Nerede. Balkonda ne işimiz varsa hızla tamamlayıp kaçıyoruz. Tilki suratlı kahkahalara katılmıyor ama sinir bozucu sırıtışla bana bakıyor.

         Simba’yı onların balkonda görünceye dek mesafe operasyonumuz işe yaradı diye seviniyordum. Her şeyi unutup bir çığlık attım. Tanımadıklarına gayet mendebur olan kedi adamın kucağına yerleşmiş, uzattığı şeyi yiyor. Sesimi duyunca yerinden fırladığı gibi aşağıdaki ağaca atladı. Adam elindekini yere bıraktı, ayağa kalktı. Beline dayadığı yumruklarında atan nabzı gördüğümü sandım bir an. Bileğini saran dövme inip kalkıyor. Uzaktan seçemediğim figür hareket ediyor. “Simba” diye uludum. “Çabuk eve gel.” Omzunu silkti adam, kendini eskimiş deri koltuğa geri attı.

         Akşamı zor ettim. Korhan’ın iş görüşmesinden sevinçli dönmesi bile kaygımı azaltmadı. Salak kedinin adamın kucağına yerleştiğini, kendisine verilen ne idüğü belirsiz şeyi nasıl keyifle yediğini anlattığımda en beklemediğim şey oldu. Genelde rahat olan, beni sakinleştiren kocam kaşlarını çattı.

         “Dışarı salmayalım Simbayı,” dedi alçak sesle. Senin yüzünden kediyi kesmesinler!”

         Adi Korhan. Hep onların tarafında.

         “Sen dalga geç. Apartman yıkılacakmış neyse ki. Jirayr bey amca söyledi. ‘Herkes dertli bunlardan’ dedi.”

         “Amma olay yaptınız ha.”

         Anlamaz, hayatı eğlence. Her olayın gülünecek yanını görme uzmanı. Üst katımızda yaşıyor olsalar terliğiyle rakı içmeye gider. Belki de gitmez. Ne iş yaptıklarını dert etmeyeceğinden eminim de diğer konuyu bilemem.

         Bir haftalığına arkadaşlardan birinin yazlığına gitmesek bu tartışma nereye varırdı bilmiyorum. Evden uzaklaşmak ikimize de iyi geldi. Dönüş yolunda Korhan’ın iş görüşmesi yaptığı yerden çağırılması da cabası. Valizleri yatak odasına attım, balkonda susuz kalmış çiçeklere koştum. Hayret. Karşı balkonun kapısı ilk kez kapalı. Perdeler sımsıkı örtülü. Neredeler? Kapıcının zilini çaldım. On dakika sonra geldi.

         “Karşı komşuları biliyor musun? Hani şu üç kadın, hep balkonda…”

         “Kadın.” Kıkırdadı. Evet abla.”

         Bunun ağzına laf vermezdim ya denize düşen yılana sarılır. Korhana sataşmalarını duymaması olanaksız. Benden yüz bulamadığından sözünü edememiştir.

         “Bir şey mi oldu? Kapıları, perdeleri sımsıkı örtülü.”

         “Sorma abla.” Şehla gözü içeriye kaçar gibi oldu. Kırmızı saçlıyı boğazlamışlar. Yatak yorgan kan içinde kalmış.”

         Kapıcı konuşmaya devam ediyor, sesi kıpkırmızı dalgalarının içinde boğuluyor, bütün dikkatimi veriyorum yine de kelimeleri yakalayamıyorum, kapıcının sesi tombulların kahkahasının ardında yitiyor. “Korhana iyi bak ufaklık,” diyor biri kirpiklerini indirip kaldırarak, bir bıçak ıskalıyor, üstüm başım kan oluyor. Silmeye çalışıyorum, çıkmıyor. Başım şiddetle dönmeye başladı. Kapıcının suratına kapıyı kapattım. Camın önündeki koltuğa oturdum. Kan gölüne dönmüş yatakla bir olmuş saçları, bembeyaz yüzü, tavana bakan donuk gözleri… Ne yapsam gözümün önünden gitmiyor.

         Olay biz yokken olmuş. Ortalık ayağa kalkmış. Polisler, adli tıp… Onlar benim için balkonla var oluyor, geceleri aya gidiyorlar. Yaşadıkları şeyler bu dünyaya ait olamaz. Ölümleri de. Nefret ediyordum onlardan, ölmelerini dilediğim bile oldu. O halde neden ağlıyorum? Yüzümü yıkadım. Saçımı lastikle bağladım. Kapıyı yavaşça çektim.

         Alt sokağa yolum düşmediğinden evi bulmak kolay olmadı. Zili çaldım ama açılacağından emin değilim. Sahiplerinin çıngıraklı kahkahaları, işveli seslerinin aksine, kapı adeta iç çekerek açıldı. Fallar kraliçesi başına gelecekleri fincanda görmüş müdür? Kalanlar onsuz ne yapacak, onlara önlerinde uzanan karanlık, korkunç geleceği kim okuyacak?

         Kireç rengi duvarlara asılı rengârenk çiçek resimlerinin altında oturanlara baktım. Sadece ev halkını göreceğimi düşünmüşüm, tilki suratlı hariç. O zaten yok ama ev hıncahınç dolu. Bir gösteri için toparlanmış yan yana gelmesi imkânsızlar karnavalı. Yine de en beklenmedik canlı benmişim gibi yadırgayarak baktılar. Bana “kezban” diyeni gördüm. Yüzünde acı bir gülümseme oluştu. O günün üstünden yüz yıl geçmişti sanki. Gömülüp kaldığı koltuktan zorlukla kalktı, karşımda durup uzun kirpiklerin örttüğü kan çanağı gözlerle baktı. Sonra sıkıca sarıldı. Ben de ona.