Cem Özel

Serendipity

Kendi hâlinde bir kitap kurdu. Kitaplarla Lise 1’de Kartal Lisesi’nde bir edebiyat öğretmeninin zoruyla tanışmış. İyi ki de tanışmış.
Ömrünün 2000-2006 yılları arasına denk gelen altı yılını, içinde Müge İplikçi, Elif Şafak, Murat Belge ve Fatih Özgüven gibi bolca yazarın bulunduğu İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde, sonrasındaki on beş yılını da Sabancı Üniversitesi’nin Bilgi Merkezi’nde geçirmiş ve geçirmeye devam eden Özel, yıllar geçtikçe mesleğine âşık olmuş, çokça kitap okumuş, okuduğu kitapların birikimiyle de içindekilerini "BBY Haber Portalı" isimli mesleki sitede, Abbas Güçlü’nün yönettiği Türkiye’nin en büyük eğitim portalı olan Eğitim Ajansı’nda ve son olarak da Müge İplikçi’nin öncülüğünde çıkan Mikroscope dergisinde elektronik kâğıda döken biri. Öykü yazmayı da çok seven Özel, "COS" başlıklı bir öyküsü “Öykü Gazetesi”nde yayımlanınca o gün heyecandan sabaha kadar uyuyamamış.
Sabancı Üniversitesi İnsan Kaynakları biriminin organize ettiği "Hobi Atölyesi" kapsamında iki yıldır bir kitap kulübü koordinatörlüğü de yapan Özel, kitap okuma aşkını herkese bulaştırmaya kana kana and içmiş bir kitap elçisi.

 

Yayıncılık dünyasında, bir güzeli ararken diğerine ulaşmaya “serendipity” denirmiş yani siz kütüphane raflarında bir kitabı bulmaya çalışırken, diğer güzel kitaplara rastladığınızda serendipity mutluluğuna kavuşurmuşsunuz. Bununla mutlu olan insanlar var ve birçok mutluluğa yeğ tutarlar o andaki heyecanı.

Lise 1’de kitap okuma alışkanlığı kazanmama rağmen, hayatımın hangi döneminde iyi kitabı aradığımı kestiremiyorum. Sanırım belli bir doygunluğa ulaştıktan sonra zamanın az, buna karşın okunmayı bekleyen kitapların sayıca çok oluşu ve bu kitapların varlığını ensemde hissedişim beni paniğe sürükledi. İçinde bulunduğum panik, ormanda başıboş gezerken Orman Tanrısı Pan’ın aniden karşıma çıkıp beni korkutmasından daha büyüktü. Bu “pan”ikle yaşayamayacağımı anladığım için sakin kafayla “O güzelim kitaplara nasıl ulaşırım?” arayışına girdim. Artık o saatten sonra kendimin kurtarıcısı olabilmem için profesyonel bir arayıcılığa soyundum. 

Arayış sürecinde, elime geçirdiğim kitapların son sayfasına geldiğimde belamı da bulabiliyordum Mevla’mı da ama genellikle Mevla’mı buluşum, yeni yeni kitapları arayışımı kamçılıyordu. 

Bu serendipity meselesi beni öylesine cezbediyor ki, katalogdan taradığım kitabı raftaki yerinde bulmaya giderken gözümün içine bakan ve “Beni oku! Beni oku!” diye sessiz çığlıklar atan nice kitapla karşılaştım. Allah, bundan sonra da iyi kitaplarla karşılaşmamı nasip etsin.

Henüz okumadığım yazarları okumayı da çok arzuluyorum. Belki de bir tembellik bu! Okuduğum kitabı çok seversem yazarın ikinci bir kitabına derhal şans tanıyorum ve o da güzelse şayet, daha başka ne kadar kitabı varsa hepsini okuyor, yeni bir kitabı çıkarsa da sorgusuz sualsiz onun içine gömülüyorum. Allah’a çok şükür ki, yanıldığım olmadı şimdiye kadar: Sunay Akın, Ercan Kesal, Hakan Günday, Aziz Nesin bunlardan sadece bazıları…

İyi bir kitap arama düşüncesi, aklımın bir köşesinde yaz kış çadır kurduğundan beni sürekli diri tutuyor. Örneğin, okuduğum bazı kitaplar nar gibi oluyor: Ben bir kitap okuyacağımı sanırken o kitabın içinde başka kitaplarla ilgili bilgiler buluyor ve sonra da onların peşinden koşuyorum. Kısa süre önce okuduğum Araba Sevdası adlı meşhur romanımızın sayfaları arasında gezinirken Alexandre Dumas Fils’in Kamelyalı Kadın adlı o muhteşem romanına rastlamam da işte böyle bir şey. Bu eserin önsözünü okuyup bazı gerçeklere ulaşmam da, yeni bir kitaba kavuşmuş olmak kadar hayrete düşürmüştü beni. Monte Kristo Kontu ve Üç Silahşörler gibi klasiklerin yazarı olan Alexandre Dumas ile Kamelyalı Kadın’ın yazarı olan Alexandre Dumas aynı kişiler değilmiş. Kamelyalı Kadın’ın kapağına baktığınızda sizi ilk şüpheye düşüren şeyin, yazarın isminde gizli olduğunu seziyorsunuz: Alexandre Dumas Fils. Önsözü de okuyunca gerçek, tüm çıplaklığıyla karşınıza çıkıyor. Meğer Kamelyalı Kadın’ın yazarı, bilinen Alexandre Dumas’nın oğlu imiş. Edebiyat dünyası bizi daha ne kadar şaşırtacak, Allah bilir.

Bazı okurlar, yazarların en büyük dostudur. Bir kitabı okuyup çok beğenirlerse herkesin okuması için ellerinden geleni yaparlar. Hatta bir dostum, Jack London’ın o pek meşhur Martin Eden adlı romanından onlarca nüsha satın alıp sevdiklerine hediye etmişti. Martin Eden, bahsetmiş olduğum bu okur tarafından gözüme gözüme sokulmasaydı belki ben de, kitabı okumamış diğer insanlar gibi, Martin Eden’in bir kitap adından çok, bir yazar olduğunu sanıp duracaktım. Hoş, Martin Eden de bu muhteşem romanın içindeki yazardır.

Bu konuda Zülfü Livaneli’nin de hakkını yemeyeceğim: Livaneli’nin, birçok yazısında Cervantes’in Don Kişot’unu övmesi beni çok motive etmiş ve eseri, okuma listemin en üst sıralarına taşımıştı. Don Kişot’u nihayet bitirdiğimde Livaneli’ye hayır duaları okumuştum. Marquez’in Kırmızı Pazartesi isimli eserini de çok tavsiye eder ki, Allah’tan, kendisinin tavsiyelerinden önce okuyup hayran olmuşluğum vardır bu kitaba.

Sevgili Ercan Kesal’ın sayesinde de Drina Köprüsü’nü ve Koşmak’ı okudum. 

Acaba tüm bu çabanın kaynağında bir iyileşme arzusu mu yatıyor? “Bir kitap okudum, hayatım değişti”deki kitabı bulmak için mi tüm çabam? Bunu kestiremiyorum ama tek bildiğim, o kitap her ne ise, okuduğum bütün kitaplara tohumlarını serpiştirmiş gibi çünkü hangi kitabı okusam hepsi beni biraz biraz değiştiriyor ve iyileştiriyor.

Sözün kısası, herkes bir arayış içinde. İşte görüyorsunuz, ben de iyi kitapların peşindeyim. Ömrümün sonuna kadar da onları aramaya devam edeceğim.