Tarif edemediği bir duygu hâli vardı üzerinde. Ona en iyi gelebilecek yer her zaman kütüphanelerdi. Mahalledeki belediye kütüphanesine attı kendini. Türk ve dünya klasiklerinin bulunduğu raflar arasında bir süre sessizce dolaştı. Gürültüsüz ve dingin ortamlarıyla kütüphaneler saatlerce kalınabilecek, hatta bıraksa insanın uyuyabileceği yerlerdi. Hatta bir ömür sürebilirdi orada yaşamak. Bu düşüncesine kendi kendine güldü. Keyfi yerine gelmişti; kitapların büyülü dünyasında gezinmek, yüreğini sevince boğuyordu.
Tek hayali okumaktı. Bir üniversitenin kapısından girip koridorlarını adımlamak, şimdiye kadar gelmiş geçmiş tüm insanların ayak izlerine kendi izini de katmak ve yürümekti; hiç durmadan yürümek… Düşüncesi bile heyecan veriyordu ona. Şükür ki çocukları okuyordu.
Gençliği ülkenin en sıkıntılı zamanlarına denk gelmişti. Hevesleri ve hayalleri bir eylül sabahı yarım kalmıştı. Durumların kötüye gideceğini sezen babası onu apar topar başgöz etmişti. İçinde ince bir sızı belirdi, geçip gitti. Yarım kalan özlemini geç de olsa gidermeye başlamış, okumanın yaşının olmadığını başta annesine ve “Kadın dediğin evde oturur,” diyenlere kanıtlamıştı.
Kitaplar ve yürüyüşler iyi gelmişti ona.
Üniversitenin önüne geldiğinde kalabalığı fark etti. Kampüsten yükselen sesleri duymak için kaldırıma çıktı. Kalabalıktaki biri, “Rektörü protesto ediyorlar,” dedi.
“İyi yapıyorlar, çocukların vardır bir bildiği,” diye karşılık verdi.
“Bizim kız bu yıl mezun olacak, hayırlısıyla diplomasını alsın da…”
Yan gözle bakan, yeşil parkalı –rengi biraz solmuştu– kasketli bir adam yarım ağızla gülmekle yetinmedi, “Diplomalı olmak ya da olmamak… Bütün mesele bu!” dedi.
Ülkedeki diplomasızlar ordusu her geçen gün çığ gibi büyüyordu. Diplomanın varlığı bir dert, yokluğu başka bir dertti maalesef.
Arka sıralardan gür bir ses yükseldi; desteğini esirgemeden eyleme omuz vermenin coşkusuyla: “Umudumuz sizsiniz çocuklar, yalnız değilsiniz!” Sesini bahçeye duyurmak istercesine ayakucuna kalktı. Sloganlar göğe doğru yükseldikçe, sesler de daha bir gür çıkıyordu. Kampüsten bir ses, “Anne, merak etme buradayım!” diye el salladı.
“Ben de buradayım anneciğim!”
Ve o anda… Şimdi hepimiz genç olmuştuk.