1976’da İzmir’de doğdu. Celal Bayar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Yirmi beş yıldır İzmir’de edebiyat öğretmenliği yapmakta.
Öyküleri "Notos", "Sözcükler", "Virüs", "Öykü Gazetesi", "Oggito", "Caz Kedisi", "Sarmal Çevrim", "Edebiyat Nöbeti", "Üvercinka" gibi dergilerde ve birçok seçkide yer aldı.

Yumuşacık bakıyor gözlerine, yerinde duramıyor, herkese inat, herkesten farklı diyor diyeceğini. Aman ne bilsinler ne diyeceğini, söyleyeceklerini söyledikleri kadar önemseseler, ah bilseler… Karşıdan gelirken ansızın dursa, lastikli çoraplarını çekse yukarıya, hey dese, ateşin var mı? Duvara dayasa ayağının birini, üzerinde kırmızının tonları, ton ton yayılsa, az da tonton olsa. Kolyesi şıkır şıkır etse, yürüdükçe sesli. Zilleri taktı çıkı çıkı yaptı, kalbimi çaldı çalsa radyoda. Baldırlarının kenarları pörsümemiş olsa; göz çizgileri, dökülmüş saçlar, yorgun dizler… Hey dese, yine saçının kenarına tokayla tutturulmuş bir tüy ilişse. Olmuyor öyle her istenen, her istenenin olmayacağını küçükken öğrendi. Kırmızı Bisiklet’i okurken, herkesin kanaat notundan fazlasına ihtiyacı vardı. Kanaat etme, ettikçe yer etme. 

Onu görünce ağır bir parfüm kokusu, parmaklarına dolanıyor, elleri kaşınıyor, avucunun içi, tenine dokunuyor koku, içi gıcıklanıyor, içine alası geliyor. Her yüze güleni bir dost bildim, diyor ya şarkı, bildi, ne var ki bunda, hiç de pişman değil. Yüzüne gülenlerin aldatıcılığına hazır, çok hazır, yeter ki gülsünler. Bakışları başka türlü, kırmızı gibi davetkâr, koluna giriyor, saçlarını savururken kokluyor onu, içi, misafir odası gibi düzenlenmiş, gözleriyle bakarken terliklerini veriyor ayağına, oturtuyor başköşeye, çayı, çorbası tamam. Yatıya da kalsa diyor dudakları, yatsalar, uyusalar, uyansalar. Gün doğunca tüyünü bulsa ayna kenarında, lastiğini sıyırdığı çoraplar olsa yerde. Kolunu çekiştiriyor, asılıyor âdeta, hey diyor yeniden, bize gidelim mi? Sizde değil miydik diyor. Yok anam babam sokaktayız işte. Yürüyoruz. Adımlarını özensizce atıyor geceye, yola, insana. Kahkahası sessizlik kadar delici, vuruyor, bir kez daha durup düşün dedirtiyor, her şeyi iki kez düşünecek kadar yaşamak yorucu olabilir ama bir kelebeğe. Öyle olmasa uçarı olur muydu o kadar? Sigaran var mı derken çekiştiriyor kolunu, sırnaşık heyecanların adiliğini istiyor, omuz kırışını, göz süzüşünü, şeytana uyuşunu… Ben içmem dese, arada tek tük, şimdi yok ama, alırız dese. Sokağın köşesindeki tekelden, durağan bakışlı bir adamdan sigara almak için dalıyor, ne istersiniz deyince dönüp soruyor. Sahi ne istersin? Kent olsun, diyor kadın, incesinden. Müşteriyi bir çabuk yollamaya niyetli adamın gözü televizyonda, şakalara gülümsüyor, bıyık altından, çaktırmadan. Uzatırken paketi, arada göz atıyor yine ekrana. Hızla çıkıyor dükkândan, uzatıyor, aç da ver, derken gülüyor kadın. Konuşmadan önce gülüyor, konuştuktan sonra gülüyor, hep gülüyor. Dudaklarını taşırarak boyamış, dolgun dolgun konuşuyor, sigarayı bir çekiyor ki, sanki gözleriyle içine aldığı duman değil. Ellerini beline dayasa, Greta Garbo gibi eldivenleri olsa, kıvırcıklanan saçlarını savursa. Kaşlarını yukarı kaldırıp göz bebeklerini sabitliyor.

Bir genç giriyor içeri, boyu kısa, gözleri iri, şaşkın yüzlü. Onlara bakmadan yere eğiliyor, bir şey arıyor kaybettiği. Elindeki paraya bakıyor, bir kez daha yeri tarıyor, genç diyor bakkal, ne arıyorsun? Yüzüne bakmadan paramı düşürdüm ağabey diyor, elindeki paranın daha da ıslanmasına aldırmadan. Telaşın su hâlini biliyor, durduramıyor.  Dizlerinin üstüne çöküp eğilirken, buldum diyor, işte burada. Ah ya bulamasaydım. Bulamadıklarımızdan sorumlu değil mi kimse? Ayağa kalkıp dükkândaki herkesi süzüyor, sorusuz bakışlarla. Soru sormak aydınlığın gizini bozuyor, aydınlık da karanlık da içindekinden başka değil. Biraz çerez istiyor, çıtır leblebi de. Tartılanların ölçüsünü gözleriyle de onaylıyor. Kese kâğıdındaki çerezleri alıp çıkarken yerde bir tüy görüyor, eğilip alırken uzaklaşan kadın ve adama bakıyor, hey diyor hey, hanım abla bunu düşürdünüz. Duymuyorlar. Acelesi olanların kulaklarındaki ses başka. Gömleğinin cebine iliştiriyor tüyü acelece. Kapının yan tarafına park ettiği bisikletine atlarken, zilini çalıp selam ediyor bakkala, tek eli havada. Öndeki sepete iliştiriyor çerezi, lastikle tutturuyor. Adam ve kadın arabaya binip uzaklaşırken yetişemiyor. Pedalı çevirirken bir tamam aldıklarına seviniyor. Eve gitse, hey dese bugün kazandıklarımla bakın size ne aldım?  Ya ya, ihtiyaçtan ötesine para ayırmak yoksula müjde. Müjde ya, kaplara bölseler, üstlerine çıtır leblebi. Çay demlese annesi, ocağın sesindeki hava, hem ne hava, alın terinin buğusu sarsa camları. Kardeşlerine anlatsa gün içindeki korkularını, az daha dese, az daha kalsam karanlık olurdu. Camekânın yüzü asılır, müşterinin gözleri görülmez. Pilavın bittiği vakitlerde kuş olur içi, kalanları sıyırır. Bereketi öğretmişti annesi, tabağında tek tane pirinç kalsa belki de bereket orada kalır demişti. Olur mu olur. Dikkat etmeli, altın tabağın olur cennette de demişti. Bardaktakini de bitirirse, tepsidekini de… Altından hayallerin karmaşıklığına emeğinin yorgunluğu bulaşıyor.  Hızlansa, eve gitse, uçsa… Evde değil miyim diyor kendi kendine, bakıyor yol, bakıyor cadde, bakıyor karanlık. Asıldıkça pedala rüzgârın tanrısal gücüyle yüzünü hissetmiyor. Ayazdan mı? Yoo değil ayaz, olsa olsa az soğuk. O kadar olur, insanlar ne şartlarda çalışıyor, diyor babası, öyle tabii, camekân boşsa bisiklet hızlanabilir, yavaşlayabilir, cebi dolu ya, önemi yok. 

Karşı kaldırımda bir kızcağız, adımını atıyor, hızla önünden geçerken cebindeki tüy uçuyor, kıza doğru havalanıyor, geçip giden delikanlıyı fark etmeden elini uzatıyor, havada tutup seviniyor. Annesi demişti, bir gün salonda otururlarken, hiçbir kuş, tüyünü tesadüfi bırakmazmış, önüne geldiyse sımsıkı yakalamalı ve dilek dilemeliymiş. Avucunun içindeyken, ne dilesin, aşk diliyor hayatına. Böyle birden gelse, saçları yandan taranmış yakışıklı oğlan, hey dese ben de seni dilemiştim yıllar yılı, mutluluğuna adarım kendimi, evet sen mutlu ol yeter bana. El ele tutuşsalar, bel lastiğine eteğini toplasa, az kısaltsa, bacakları çıkıverse bembeyaz, saçlarını açsa. Kokulansa. Ne güzelsin derken saçlarını okşasa usul usul. Kumrallığını beğense, saflığını, temizliğini. Kız arkadaşlarına anlatsa uzun uzun, anlatırken kusurlarını hiç hatırlamasa, hatırlasa da onlara asla söz etmese. Ayy ne tatlı deseler, ayy ı uzatsalar, sevinç olsa her yeri. 

Yürürken ayakları ağrıyor, eve varmadım mı daha diyor kendi kendine dolmuş parası kalmamış cebinde, olsun adımın faydası çok. On bin tane olsa ne. Çok çok atıyor herkes, adımlarından tanıyor bir şehir insan birbirini. Belki de tanıyamıyorlar, öylece bakıyorlar birbirlerine. Seslerin, akşamın bulaştırdığı hüznü kim biliyor, kimse. Biraz caddeler, biraz insanlar, biraz Tanrı.  Herkesin payına düşeni yaşayacağı hayat rulosunu çekip koparıyor zaman. Evlerinin sokağına geldiğinde annesi balkonda. Neredesin bu saate? Geldim, geldim diyor, zili çalıyor, gördüm basma diyor, alacaklı gibisin. Alacaklıyım vallahi anne, bak ne buldum? Dileğin oluncaya dek iyi sakla diyor annesi. Ya olmazsa, o zaman ne olacak? Odasına geçip takı kutusuna koyuyor özenle. Sıcak çorba kokusu sarmış evi, annesinden de sıcak şimdi onun için. Açlıkla bilenmiş hayaller kesiyor zihnini.

Kaybettiklerinden habersiz bir odada, adam kadını sarıyor, kadın hey diyor, çok gördüm de, sen gibisini hiç görmedim. Ah diyor, gençliğimi bir görseydin, artist gibiydim. Şimdi geceye yakışır adım, adımım. Adam kokusundan çekiyor kendine, sarıyor istediğince. Sahteliklerin ederini ödeyen kadını bir gecelik seviyor, kırmızı bir gece.

Çay demlenirken kardeşlerinin sesleri şakımaya dönüşürken, hey diyor yavaş olun, cebindeki tüm parayı mutfak masasına bırakıyor. Tüyü hatırlamıyor yorgunlukla, bir kayıp değil ki o. Kendini aradığı bir yer de yok.  Tabakta çitlenirken hayalleri, çıtır çıtır leblebileri eziyor dişiyle. Ertesi güne haşlanan nohutların kokusu dolduruyor genzini. Pirinci ıslattın mı diyor annesine? Sabah ezanına kurdum saati diyor kadın, uyanınca ıslarım, erken kalkanın bereketi çok olur.

Evin buğusuyla hayallerin buğusu birbirine dolanıyor. Yatağına uzanırken takı kutusunu açıp tüyü okşuyor, ümidin biçimi herkesi farklı sarar. Pencereden karşı apartmandaki çocuğun odasına bakıyor. Işığı yanıyor odasının. Işık başlangıcın sesiyse kulakları çınlıyor. İçi aydınlanıyor, sıcaklığı kanatlanırken, gömleğini çıkarıp sandalyesine asıyor. O sıra balkona çıkan saçları yandan taranmış oğlanı fark ediyor. Hey diyor, pencereyi açıp…