“Varlıklarıyla yaşamda umut olan; adında çiçek neşesi ve gülümsemesi taşıyan güzel insanlara”
“Hey bekle! diye bağırdı Zackarina. Ben o zaman… Ben, ben olmadan önce neydim sence?
“Bunu yalnızca sen bilirsin! diye bağırdı Kumkurdu. Bu senin öykün.” *
Uyanmak için önce uyumak gerek elbette. Uykuyu iyice alıp zindelikle uyanmak gerek. Bu uyanış okunası, dinlenilesi bir öyküdür mutlaka… Konuşmaya başlayalı kaç kelime oldu dersiniz ya da kaç kelimelik dinlemelerle yazıya döktünüz kendinizi… Zira öyküler sessizce doğru kelimelerini bekler. Zihinde oluşan cümleler hep destek bekler.
Sayısı bellidir nesnelerin ya da tüm varlıkların ve onlarla olan ilişkileri anlatmaya kelimeler tek başına yetmez. Bu anda tamlamalar devreye girer. İsim tamlamaları, sıfat tamlamaları. Düşünceleri de hayalleri de rüyaları da nasıl genişletiverir. Uykudayken zihin kelime kelime düşünür de okudukça, izledikçe ve konuştukça yani uyanmayı seçtikçe kendine gelir ve gülümser insana. İnsan ki ayak uydursun yeter.
Neden uyuma tarafında kalır bazen insan, yorgun hisseder kendini ya da bitmiş, tükenmiş… Haklıdır da zaman zaman; fakat uyuma süresi uzadıkça geç de kalır yaşamın aydınlık tarafına… Uyanmak zordur bazen evet… uyanmak istemez inatla, gözlerini sımsıkı kapar biraz daha uyursa sanki mucize(ler) de kapısını çalacak diye düşler, bekler. Oysa mucizeyi getiren de çoğu zaman uyanıklık halidir.
Zihnin uyanması, düşünmeyi çeşitlendirmeyle olur elbette; mesela kelimeleri çoğaltmayla. Gündelik hayatta iki yüz elli kelimeyle iletişim kurma telaşında olduğumuz gerçeğinden yola çıkarsak gerçekten çok uyuşuk zihinlerden dökülen cümleler uçuşmakta etrafta. Neden peki?… Öykün/ öykülerimiz bu kadar kısa ve özensiz olmak zorunda mı?… Herkese her şeyi bangır bangır anlatmak zorunda değiliz elbette. Öykümüz sadece özelimiz de değil ayrıca. Kurduğumuz cümleler hem kendimize hem de diğerlerine gösterdiğimiz özeni de vurgulamaz mı ne derseniz? İyilik ve gülümseme bulaşıcı ayrıca…
Tamlamalar demiştik yazının başında, işte burada zenginlik için güzel anahtarlar… Rengârenk öylece bir araya getirilmeyi bekler; zihnin uyanışını dillere müjdelemeyi, kağıtlara dökebilmeyi bekler hepsi. ‘O tahta kapının hemen yanında duran sehpanın üzerindeki mavi örtü, anneannemin çeyizindenmiş. Bilmiyordum. Oysa uykusuz geçen her gecenin o soğuk sabahlarındaki sıcaklık o öyküden gelirmiş.’ gibi cümlelerde sıralanmış tamlamalarla hem bir ezginin peşine takılıyorsunuz hem de zihniniz kendi filmini oynatmaya başlıyor. Siz tamamlıyorsunuz bütün manzarayı.
‘Onun eni konu hiç bitmeyen kahkahalarıyla çınlayan gecede saat kulesinden gelen üç tok vuruş, hepimizi ayağa fırlatmıştı. Onun gözlerinden akan yaşların bu kadar can yakan tuzunu henüz fark etmemiştik. Salonun tam ortasında ve bir ölünün solgun yüzü gibi solmuş halının üzerine kapaklandı ve uyuyakaldı. Şaşkın ördekler gibi kan çanağı gözlerimize baktık…’ Bütün ayrıntıları, duyguların en keskinlerini, ortamın tüm özelliklerini anlatmamızı sağlayan en büyük yardımcılarımız tamlamalar… Adlarını hatırlamasanız da ya da ‘şimdi burada bir belirtisiz isim tamlaması kullanmalıyım’ demeseniz de -ki denmemeli de zaten- o akış sürükler bizi. Yeri gelmişken ve sözü belirtisiz isim tamlamasından açmışken bir hatırlatma da yapalım: ‘kuş kafesi’ tamlamamız olsun ve bu tamlamayı sıfat kullanarak biraz daha genişletelim ‘eski kuş kafesi’ olur bu, ‘kuş eski kafesi’ değil. ‘Elbette’ deyişiniz kulaklarıma geliyor evet de peki neden ‘eski okul müdürü’ demek ya da yazmak yerine ‘okul eski müdürü’nü kullanıyoruz acaba… Haydi uyanalım bir konu bir konudur. Ne derseniz…
“Of, of diye iç geçirdi Kumkurdu. Niye şu fundalık, mağarasının önünde değil ki?!..”
Ve sözün sonunda Kumkurdu kitaplarını elinize alsanıza, uyanmanın, zihinleri uyandırmanın ve gülümsemenin bir vesilesi olur belki de…
“Bununla birlikte bazı insanlar masalları ne görür ne de işitirler, dedi Kumkurdu. Sanki beyinlerinin sigortası atmış gibidir bu insanlar.”