Sizi bir yolculuğa davet etmek istiyorum. Bu yolculuk, sizi çocukluğuma götürecek ve umarım bakış açınızı değiştirecektir. Ben, yoksulluğun hâkim olduğu gecekonduların; bolluğun ise komşuluklarda gizli olduğu bir sokakta dünyaya geldim. Buradaki yokluğu ortadan kaldırıp bizi varlığın bolluğuna götüren şey, yardımlaşmaydı.
Akşamüstlerinde sokağı izlemeyi çok severdim. Herkesin elinde bir tabak yemekle komşusuna koşturduğu zamanlarda ben yıldızlara bakardım. Çünkü gördüğüm güzellikleri gökyüzüne gözlerimle anlatmayı severdim. İnsanların yaptığı yemeğin bir tabağını komşusuyla paylaşması, güneş batarken çok güzel bir manzara oluştururdu. Bu, komşuda olmayanı oldurmaktı.
O anlarda babaannemin şu sözleri aklıma gelirdi:
“Toprak nefes alırsa, Yeşilin hepsi gülümser.”
Çoğu örneğini topraktan verirdi. Ona göre toprak, hem başlangıcı hem de bitişi temsil ediyordu. Toprağa ne ekersen onu biçersin; insanların dünyada yaptıkları da bundan farklı değildi. Ne yaparsan —iyi ya da kötü— bir gün dönüp dolaşıp seni bulurdu.
Babaanneme göre yaşam, çok kısa ama aynı zamanda çok uzun bir yoldu. Çünkü yaşam, mücadeledir. Sokak köpeklerini besleyen insanları, kedileri ve kuşları gören biri olarak, onun gözlerinde varlıkla yokluğun insanın kendi içinde olduğunu öğrendim.
Sonra koşarak sokağı süsleyen, boylu boyunca dizilmiş reyhanları okşardım. Ardından tekrar gökyüzüne bakar, derin derin nefes alırdım. Sanki inancımın en güzel kokusunu ona armağan ederdim. Oysa o zaten bize bahşedilmiş bir şeydi. Ama ben çocuktum; o an en çok o anı anlıyordum. Ona, gördüğüm güzel tabloyu hep devam ettireceğimin sözünü verirdim.
Aramızda hiç konuşma olmadan, dünyanın en güzel olaylarından bahseder gibiydik. Yıldırımdan korkardım ama buralara pek düşmezdi. Çocuk aklımla bunu duamın kabulü sayardım. Sonra yine kaldırımları yeşile boyayan reyhanlara ellerimi sürer, yıldızlara bakıp derin bir nefes alırdım.